Öyle bir seyir defteri…

Portakalın en lezzetli zamanı

12 Mart 2010 Cuma, 20:54

Bütün yıl boyunca beklediğim portakalları nihayet bu hafta yiyorum.

Kocaman, bol sulu, “mmmh baldan bile tatlı” dedirten türden.

Ye ye doyamıyorum, portakal komasına gireyazıyorum.

Yimmek | 1 Yorum »
 

Festivus

08 Mart 2010 Pazartesi, 17:17

Müzik dinlemeyi çok sevmeme rağmen bir türlü bir “canlı” dinleyici olamadım.

Konser albümlerini ve doğaçlamayı çok severim aslında. Sevdiğim gruplar pek sevdiğim dönemlerinde Türkiye’ye gelmediler. Gelenlere gittiğimde konser salonlarının atmosferleri beni açmadı — dumanaltı, ayakta saatlerce tıkış tıkış, kötü ses sistemleri, vs vs… En sevdiğim konserler oturarak, açık havada, makul bir uzaklıktan izleyebildiğim konserler oldu. Genelde de sevdiğim gruplar böyle yerlerde konser vermediklerinden havamı aldım :)

Festivallerse hiç içimi açmadı. 10 grup içinden 1 tanesini dinleyeceğim diye saatlerce niye dikileyim yaklaşımı çerçevesinde bir tanesine bile gitmemiştim bugüne kadar.

25-27 Haziran arasındaki Sonisphere Festivali’nin afişini gördüğümde gözüm yuvalarından fırlayacaktı. 6-7 tane tek başına gitmeye değer grup var (bir kısmının tüyleri ağırmış da olsa).

Hele aralarından biri, geçen aylarda kafamda düşünüp “kim gelse tüm anti-konser deneyimlerine karşın, iki elin kanda da olsa, stüdyo ortamını bırakıp dinlemeye gitmeye kasarsın?” sorusuna yanıt olarak verdiğim gruplardan biri: “Heaven & Hell”. Dio’nun solist olduğu Black Sabbath, Ozzy’li dönem ile karışmasın diye 2007’den beri bu isimle konser verip albüm yayınlıyor. Sanki zamanda yolculuk yapmış, 1992’de Dehumanizer’la bıraktıkları yerden devam ediyor gibiler.

İlkay’la beraber festival millisi olmaya karar verdik, şimdiden kombine biletlerimizi aldık, boyumuzun ölçüsünü alacağız.

Fade away, fade away… (break the crystal ball)

Musiki | Yorum Yok »
 

Erikli’den yeni damacana kapakları

19 Ocak 2010 Salı, 15:01

Erikli’nin 19 litrelik damacalarını açmak her zaman başarılı olabildiğim bir iş değildi. Ellerimin kuru olmazsa zaten hiç şansım yok, ona rağmen debelenmem, bazen de tırtıklı bir bıçak yardımına başvurmam gerekiyordu.

Yeni kapaklarla benim (ve benzer diğer insanların) çektiği sıkıntılar tarih oldu artık. Damacana kapağının tutma yeri, ortası delik bir halka artık. O halkaya bir parmağımı geçirip kolayca açabiliyorum.

Bu kadar basit bir değişiklik, kimbilir kaç kişinin hayatında büyük kolaylık oldu… Başka bir bakışla kaybettirip, buldurma da diyebiliriz tabii :)

Memat | 2 Yorum »
 

Pardus Kurumsal 2 Katkı Deposu

19 Ocak 2010 Salı, 10:57

Pardus‘un Mayıs’a doğru kararlı sürümünün çıkması düşünülen “Kurumsal 2” dağıtımı için TÜBİTAK-UEKAE diğer sürümlerden farklı bir politika güdüyor. Bu sürüm için diğerlerinden daha uzun süre destek verilmesi planlanırken, resmi paket deposuna daha az yazılım alınıyor; depoya alınmayan ek yazılımların yerleştirilebileceği bir katkı (contrib) paket deposu oluşturmaya da sıcak bakmadıklarını belirtilmişlerdi.

Bunun üzerine ben ve Türker (Sezer), Linux Kullanıcıları Derneği bünyesinde bir kurumsal 2 katkı deposu açmayı düşündük. Bir haftaya yakın bir inşaat sürecinin ardından da depoyu ve bir web sayfasını (wiki, svn, iş takip sistemi ile beraber) çalışır hale getirdik.

Deponun web sayfasında ayrıntılı bilgi bulabilir, depoyu Kurumsal 2 sisteminize ekleyebilir, depo gelişimini takip edebilir, paketleme isteklerinde bulunabilirsiniz. Paketleme çalışmalarına katılmak isteyecekleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.

Pardus | Yorum Yok »
 

Kurye sefilliğinde yeni aşama

06 Ocak 2010 Çarşamba, 18:53

Kuryeler genelde benim (ve çoğu kişinin tahmin ediyorum) başının belası. Normalde kargodan çok daha güvenli, hızlı ve kullanışlı olması gereken sistem; Türkiye’deki kurye firmalarının başarısızlığı ve onları kullanmaya devam eden firmalar sayesinde tam bir işkenceye dönüşüyor.

Kurye firması geldiği zaman illa kişiye teslim etmek istiyor, güya istediğiniz saatte geliriz diyorlar, bırakın saati istediğiniz günde bile genelde gelmiyorlar. Gelip bulamadıklarını iddia ettikleri zaman kağıt bırakmıyorlar, telefonla haber vermiyorlar. Teslim edemedikleri zaman, arayıp “kurye şubesinden” almak gibi bir olanağınız yok; illa adreste teslim edilmesi gerekiyor. Bir kere gelip döndükleri kaç gün ya da hafta sonra gelecekleri belli değil. Online takip etmek zaten hayal. Kısaca kuryenin canı çektiği zaman adreste değilseniz ya da o sırada tuvalete bile gittiyseniz yandınız.

TürkPort firması ve Garanti Bankası işbirliği ile kuryelerde daha önce yaşamadığım yeni bir boyutla tanıştım.

Çalıştığım kurumun banka kartını ATM yutunca, tarihinin dolmuş olduğu farkedildi — tabii bir sonraki aşama bankanın kapısını “niye bana kart yollamadınız önceden” diye çalmak oldu. Banka kayıtlarına baktı, Ekim sonunda kartın basıldığı, iki aydır kurye firmasının elinde olduğunu söyledi. Bu kurye firması ile sürekli sorun yaşadıkları, o nedenle yeni bir firmayla anlaşıldığını ancak bu kartın eski firma üzerinden gönderildiğini belirttiler. Kurye firmasını aradılar ama ulaşamadılar. Ben de kurumsal müşteri temsilcimi daha fazla meşgul etmemek için takip numarası ile beraber kurye firmasındaki ilgili kişinin iletişim bilgilerini aldım.

Firmanın web sitesine baktım, sadece bana verilen İstanbul telefonu vardı zaten. Aradım, açan olmadı. Tekrar aradım, Türk Telekom’un telesekreter servisi çıktı. Bir daha aradığımda sonunda santral yanıt verdi, iç hat numarasını çevirdim, kimse yok, başa döndü, uzun beklemeler sonunda birine ulaştım.

Beklediğimden çok daha acayip bir yanıtla karşılaştım. Bulunduğumuz Ankara’nın Yenimahalle ilçesine Çankaya Şubesi teslim yapıyormuş, şube kapandığından beri başka bir şubeye teslimat görevi verilmemiş, şu anda koskoca ilçeye hiç teslimat yapılamıyormuş. Kartım da İstanbul’daki merkezlerine geri dönmüş ve iki aydır (rakam ile 2) o nedenle teslim edilememiş. Ne zaman açılacağı belli olmayan şubeleri açılırsa, bu bekleyen teslimatları yapacaklarmış.

Gelip elden teslim alayım dediğimde, tahmin edebileceğiniz gibi yerinde teslim etmemiz gerekli dediler. Kartı almak için yapabileceğim tek iş, bankayı arayıp, adresi teslim edebilecekleri bir yere değiştirip; daha sonra kurye ile o adreste bulunabilmek için köşe kapmaca oynamak olabilirdi (tabii oraya da kaç yılda gelirse).

Şubemi aradım. Çözüm olarak şu anda dağıtımdaki kartı iptal edip, sıfırdan yeni kart basmayı ve yeni kuryeleri ile bu kez banka şubesine göndertmeyi teklif ettiler; en acısızı/hızlısı o olacağı için kabul ettim.

Tabii eski firmaya verdikleri mevcut kartların durumunu niye takip etmedikleri, aylardır teslim edilmeyenleri niye geri çağırıp yeni firmaları ile yollamayarak müşterilerini sefil ettiklerini Garanti Bankası’nda sorup yanıt alabileceğim bir muhattabım olsun isterdim (halamın da…).

Sonuç… “kurumsal” bir müşteri olarak “kurumsal” bankamızda haftalarca ATM’den işlem yapamayacağız. Yaşasın kuryeler, yaşasın TürkPort, yaşasın Garanti Bankası.

Memat | Yorum Yok »
 

Yeni uzay yolu filmi (yeni nesil yeni seçim)

15 Ekim 2009 Perşembe, 08:54

Aslında sinemalara geleli çok oldu ama ben o sırada değil, dün akşam seyrettim. Kötü olacağını düşünüyordum, sinemaya gidenlerden de “harika, mutlaka izlemelisin” gibi bir geri besleme almayınca bende herhangi bir heyecan yaratmadı. Yeni tiplemeler olsa tamam da, orjinal serinin yeni karakterlerle tekrar çekimi, üstelik önceki filmlerle de öyküyü tutarlı olmayacakmış… cık.

Tüm beklentilerimden arınarak oturdum başına. Şaşırtıcı biçimde pek beğendim ve eğlendim. Önceki film/dizilerdeki öyküye de çok güzel bağlayarak bir “fork” yaptılar — senaryo da bence hiç fena değil. Özellikle “doktor”u hayranlıkla izledim, bu kadar mı orjinal karakterin aynısı oynanır. Mimikler, konuşma şekli, vücut dili aynı depresifliği harika biçimde vermiş. Kirk özellikle filmin ortalarından sonra tam Kirk oluyor.

Uhura’sı, Çekov’u falan derken herhalde oynayanlardan tek sırıttığını düşündüğüm Spock oldu. Aralarında tek “popüler” oyuncunun (Heroes dizisindeki Sylar tiplemesi) o olması acıklı. “Kötü” oynamıyor ama ne orjinal Spock’ı yakalayabiliyor (ki Leonard Nimoy’un da muhteşem bir oyuncu olduğu söylenemez), ne de kendinden bişiler katabiliyor.

Umarım ikinci filmini ya da dizisini çekerler bu kadro ve senaryonun… Keyifle izlerim.

Film / TV | 1 Yorum »
 

“Tüm ATM’ler Birleşti”… ama nasıl?

05 Ekim 2009 Pazartesi, 10:19

Perşembe günü arabayla giderken hemen her semtteki reklam panolarında Bankalararası Kart Merkezi’nin verdiği “Tüm ATM’ler Birleşti” reklamı vardı boy boy. 1 Ekim’den itibaren her banka ATM’sinden banka kartı ile para çekilebiliyormuş.

“Altın Nokta” gibi uygulamalarla daha önce benzerleri yapılabilen bu uygulamanın artık tüm bankalarca ortak ve sağlıklı bir biçimde uygulanabildiği düşünerek sevindim. Bityeniği var mı diye araştırmak gerek diye düşündüm.

Gün içinde para çekmem gerekti; Garanti Bankası ATM’si arızalı olduğunda, tarihin tam 1 Ekim olduğu aklıma geldi, eh yeni bir ATM aranmaktansa ilk gününde bu uygulamayı bir deneyeyim, nasıl olsa acayip bişi olursa işlemi yapmam iptal ederim diyerek karşıdaki AnadoluBank ATM’sine gittim.

Kartımı taktım, önce hesap bakiyesine baktım, sonra uygun miktarda para çektim. Hiç de bir problem çıkmadı; her şey tıkır tıkır işledi. Ne güzel, artık fellik fellik belli bir banka ATM’sini aranmaktan kurtulacağız diye düşündüm.

Düşündüm düşünmesine de daha sonra bilgisayar başına geçip banka ekstreme baktığımda yanıltıldığımı farkettim. Banka “hesap bakiyesi görüntülemek” için 0.5 TL, para çekmem için de 4 TL işlem parası kesmişti. Üstelik bunun için işlemler sırasında bana herhangi bir bilgi de vermemişti.

Bir sonraki geçişimde o büyük boy reklam panolarına baktım. Yarım metre yakınında falan olmadığınız sürece okuyamayacağınız bir yazı tipinde “işlemler için her banka kendi keyfine göre ek komisyon keser” diye not düşmüşler. Ne kadar kesileceği de belli değil. Yolların refüjündeki bu reklamdaki o kısmı okuyabilmek için arabayı yanında durdurup, kafayı uzatıp dikkatle bakmanız gerekiyor.

Koskocaman billboard’a kocaman yazı tipleriyle “Tüm ATM’ler Birleşti” diye yazıp “masrafın” dikkat çekmemesi için sinek pisliğinden daha küçük yazılarda yazanların adi bir dolandırıcıdan farkları olduğunu sanmıyorum. Sadece yasaya uydurmayı başarıyorlar, fantastik romanlardaki “lawful evil” tipinde. Aynısı televizyon (jet hızıyla geçen küçücük yazılar) ve birçok medyadaki reklamda da yapılıyor.

Evet, bu sefer beni 4,5 TL için dolandırmayı başardılar. Belki bu çok önemli bir para değil ama bu şekilde kandırılmış olmanın acısı insanın içine fena oturuyor. Sayelerinde bankalara (ve bilumum bu şekilde reklam yapan kuruluşlara) zaten olmayan güvenim daha da azaldı.

Memat | 1 Yorum »
 

5’erlik dozlarla In Treatment

28 Eylül 2009 Pazartesi, 17:28

Yeni bir dizi izlemeye başladım, Perşembe-Pazar arasında dört günde tam 25 bölümünü izledim. Bu hızla ilk sezonu oluşturan 43 bölümü, beşer beşer izleyip bitirecek gözüküyorum (beş tanenin sonunda telef olmak mümkün).

Baş kahramanı 53 yaşında bir psikolog olan “In Treatment” isimli dizi 25’er dakikalık bölümlerden oluşuyor. Her biri birer hasta ile seans. Toplam 5 tane farklı hasta var (biri psikoloğun kendisi), 5 bölüm sonunda bir sonraki haftaya geçiliyor ve tekrar aynı hastayla karşılaşıyoruz. Orjinalinde televizyonda buna uygun biçimde haftanın beş günü birer bölüm yayınlamışlar. İlk sezon hastaların 9 haftalık psikolog seanslarını kapsıyor.

Dizinin tamamı bir tane odanın (ve en fazla onun tuvaleti) içinde geçiyor. Hiç aksiyon olmadan, sadece sözler ve vücut dili ile gidiyor dizi. Çok sıkıcı olacağını düşünüyordum ama bazen 25 dakikanın nasıl geçtiğini bile anlamadım. Beni sarıp içine alan birçok bölüm oldu. Damardan insan ilişkileri.

Genelde ilginç Amerikan dizileri HBO kanalından çıkıyor, yine de bu onun için bile fazla deneysel diye düşünmüştüm. Araştırınca bir İsrail dizisinin Amerikan versiyonu olduğunu öğrendim (şimdi mantıklı oldu); müziği, formatı, hatta senaryosu bazen kelimesi kelimesine aynen kullanılmış.

Film / TV | 1 Yorum »
 

Svn’e alışık olup git kullanması gerekenlere

17 Eylül 2009 Perşembe, 20:07

Genellikle kullandığım yazılımlarda, yazılım geliştirme araçlarından svn‘e daha sık rastlıyorum ve kullanıyorum. Ancak arada bir mutlaka git kullanan bir projeye denk geldiğim oluyor. Sık kullanmadığım için de bana gerekli olan git komutları bir türlü aklımda kalmıyor.

Yer imlerime eklediğim “Git-SVN Crash Course” sayfası her defasında fazla vakit harcamadan işime koyulmamı sağlıyor. Sık kullandığım SVN komutlarıyla elde etmek istediğim sonuçları git’te nasıl yapabileceğim basitçe anlatıyor.

Gezegen | 2 Yorum »
 

Sel Nesin Vakfı’nı kötü vurmuş

14 Eylül 2009 Pazartesi, 13:32

İzlediğim e-posta listelerinden birine yönlendirilen Nesin Vakfı’nın yardım çağrısına gözüm takıldı.

İstanbul’un Avrupa yakasında ortalığı dağıtan sel, onları da vurmuş. Çocukları evlere dağıtmışlar, sadece geriye eli iş tutanlar ve yardıma gelen mezunları kalmış. O kadar hektarlık yemyeşil bahçelerinden, tarlalarından seralarından geriye eğilmiş meyva ağaçları kalmış sadece. Çocukların da sık sık oynadığı komşu haralarındaki onlarca at boğulmuş. Tüm bodrum ve giriş katı 1.5 metre su altında kalmış. Mutfakları kullanılmaz durumda, et stokları perişan — kokuşmadan gömmeleri gerekiyor. Alt katlarda bulunan çamaşır makinaları, bulaşık makinaları, kurutma makinası, buzdolapları, fırınlar, soğutma depoları, kalorifer kazanı mahvolmuş. Tiyatro salonu tanınmaz halde. Yeni yaptıkları “Sanatçı Evi” büyük zarar görmüş Elbise dolapları, koltuklar, kanepeler, say say bitmiyor… Vakfın önemli gelir kaynaklarından onbinlerce TL’lik Aziz Nesin kitabının da hamur olması cabası.

Böyle anlatınca masal gibi geliyor, web sayfalarına koydukları fotoğraflar sözcüklerden çok daha iyi anlatıyor içinde oldukları durumu. Tamiratlar için gerekenler kendi boylarını fersah fersah aşan düzeyde. Herkese kendi bütçeleri oranında katkı çağrısında bulunmuşlar.

Ben karınca kararınca bir bağış gönderdim bile…

Gezegen, Memat | Yorum Yok »