Öyle bir seyir defteri…

OpenSSL 0.9.8a + Qca-tls 1.0

11 Şubat 2006 Cumartesi, 20:16

Slackware bir anda bir sürü yeni kütüphaneye geçince, bana da haftasonu eğlencesi çıktı. Mazoşistçe hepsini bir anda güncelledim. İlk karın ağrısı OpenSSL 0.9.8a oldu. 0.9.8 serisi aylar önce çıkmasına karşın baktığım kadarıyla Gentoo‘da “hard masked” ama Slackware’in tuzu kuru tabii, dağıtımdaki paket sayısı az, o paketlerle de sorunsuz kullanılabiliyor :-)

Kendi kurduğum Psi‘nin SSL bağlantısı kurmak için kullandığı QCA‘nın TLS eklentisi bu durumdan ilk başta hoşlanmadı. İki satırda yapılacak düzeltmeyle derlenir hale geliyor. Biri tekrar aynı sorunla karşılaşırsa diye yama haline getirdim.

Gezegen | 2 Yorum »
 

Aşure

11 Şubat 2006 Cumartesi, 19:49

Beni tanıyanlar tatlıya çok meraklı olmamama şaşırırlar. Hatta sütlü tatlılar dışındaki tatlıları sevmediğimi bile söyleyebilirim. Tek istisna künefe ki, onun içinde de peynir var zaten.

Bugün komşulardan biri kapıyı çalıp bana üzerinde dumanlar tüten bir kase aşure uzatınca, evden görünen tepenin üzerine konuşlanmış olan rakip takım taraftarları “gooool” diye ayağı fırladı. Haftasonu evde benden başka kimse olmayacaktı, aşuresever Didem dövünecek diye düşündüm. Ama geri çevirsem de çok ayıp olurdu, senelerdir aşureye ikinci bir şans vermemiştim — iyi bir fırsat olabilirdi. Teşekkür edip aldıktan sonra aceleyle Löker‘i arayarak (ilk ve sonuncu olmayacak) acayip sorularımdan birini yönelttim : “Aşure sıcak mı yenir, soğuk mu?”

Soğumasını bekledikten sonra az önce yedim. Cık. Koca kasenin yarısından fazlasını yedim ama aşure ile yine barışamadık. Doruk aşureden ne anlar…

Yimmek | 8 Yorum »
 

Slackware’de taş taş üstünde kalmadı

10 Şubat 2006 Cuma, 17:10

Volkerding Slackware‘de bir süredir sadece zorunlu güncellemeleri yapıp, yazılımların yeni sürümlerine geçmiyordu. Fırtınadan önceki sessizlikmiş de haberimiz yokmuş. Bugün sabaha karşı dağıtımın altını üstüne getirdi. KDE 3.5.1’i tek bir paket saysak bile 100+ paket bir seferde güncellendi. Slackware’de böyle değişiklik kaydı uzun zamandır görmemiştim. Rsync saatlerce harıl harıl çalıştı çekeyim diye. Kaydın sonuna düştüğü nota bakılırsa, 11.0 çok uzak değil.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Keats

10 Şubat 2006 Cuma, 14:12

Alan Parsons Project‘ten birkaç kişi ile Camel‘dan Peter Bardens’ın biraraya geldiği bir yan proje olduğunu görünce, Freudiana’yı hatırlayıp pek heyecanlanmıştım.

Heyecanlarım boşa çıktı. Keats, Alan Parsons Project’in pop taraflarını yansıtan bir yan proje. Gerçekten iyi, dinlenesi pop ama eninde sonunda pop. Kolay dinlenen bir müzik istediğiniz zaman keyifle dinlenebiliyor.

İşin sırrının Eric Woolfson‘da olduğu tekrar doğrulanmış oluyor. Alan Parsons Project dağıldıktan sonra Alan Parsons’ın kendi başına yayınladığı solo albümlerinin çok matah olmamasından belliydi zaten.

Musiki | Yorum Yok »
 

Bulaşık makinası

10 Şubat 2006 Cuma, 12:27

Ne kutlu bir alet kendileri. Ne kadar kurumuş, ne kadar yağlı, ne kadar dertli bulaşık varsa hepsini cilalayıp parlatıyor. Ah bir de tencere ve tavalar böyle kolay yıkansa :-)

Aslında bulaşık makinası bulaşık yıkamasaydı bile sadece mobilya olarak da büyük bir icat olurdu. Kirli bulaşıkları göz önünden bir anda yok edebiliyorsunuz, dünya kadar yıkanmamış bulaşık olsa bile mutfak insanın üzerine üzerine gelmiyor. Maliyeti bulaşık makinasından çok daha ucuza çıksa, bulaşık mobilyası diye bir ürün piyasaya sürülebilir bence.

Memat | Yorum Yok »
 

Blessed Are…

09 Şubat 2006 Perşembe, 21:59

Joan Baez‘ı her zaman sevmişimdir. Dinlerken sesi içime işler.

Blessed Are ve Come from the Shadows albümlerinin ise ayrı bir yeri var. Dedem hayattayken, her Pazar aile onlarda toplanırdı. Boyumun zar zor yettiği zamanlardan beri müzik setini çalıştırıp müzik dinle(ti)rdim. Hatta belden aşağımın tamamen çıplak olduğu ve ayak parmaklarımın üzerinde pikabın kapağını açmaya çalıştığım (ve başaramadığım) ünlü bir fotoğrafım bile var ;-). Plakların arasında bu iki albüm de vardı. Bugün 45’liklerle güçlendirilmiş, dijital hale getirilmiş olanını dinlemeye kalktım. Olmadı. Kapatıp, seneler önce o evde çalan aynı plağı pikaba yerleştirdim ve çıtırtılarıyla beraber dinlemeye başladım.

Memat, Musiki | 2 Yorum »
 

Aahh… Hatay

09 Şubat 2006 Perşembe, 20:03

Bugün Cumhuriyet’in Gezi ekinde Antakya’yı görünce içim kıpır kıpır oldu, hafiften de cız oldu. Herhalde gittiğim şehirler arasında en içimde kalan odur.

2.5 sene önce Mustafa Kemal Üniversitesi’ne iki gün boyunca özgür yazılımları anlatmak için gitmiştik. Hayatımda böyle bir sıcak ve nem yaşamadım. Resmen yürümüyordum, yüzüyordum havanın içinde. O sırada kilo problemim de had safhadaydı. Konuşma yaparken terler boşanıp durdu, ıslak olmayı hiç sevmem — ona alıştım, sadece konuşmamı engellemesin diye yüzümdeki terleri silmeye yetişemiyordum. Sonra yemek arası verdik, konferans salonundan dışarı çıkmamla beraber hareketlerim bir ağırlaştı. Yüzüyordum mu demiştim, artık yüzemiyordum da. Konferans salonundaki klimalar meğersem çok işe yarıyormuş da, haberim yokmuş. Kendimizi güç bela konferans salonuna geri atıp yemeği de orada yedik :-)

Peki bu kadar sıcak bir şehir nasıl içimde kaldı? Yemekler. Yemek deyip geçmeyin. Sanki birçok sofranın uyumlu bir birleşimi gibi. Tıpkı şehrin kendisi gibi. Harbiye’de yediğim mezeleri, salataları ve tavuğu mu sayayım, kıyma yerine biber kullanılan enfes lahmacunu mu, adını aklımda tutamadığım çeşit çeşit yemekleri mi… Son gün künefe yemeye fırsatımız olmamıştı; “yola çıkmamız lazım, pişmesi uzun sürer” feryatlarımızı dinlemeyen misafirperver ev sahiplerimizin “künefesiz olmaz, otobüsü bekletiriz” demesi üzerine, biz otobüsün kalkmasına 9 dakika kala yemek yediğimiz lokantadan kalkıp, künefecilerin toplandığı bir sokağa yola koyulmuştuk. Sokak derken dalga geçmiyorum; karşılıklı en az 5-6 tane künefeci, sürekli pişen bir tepsi künefe… Oturmamızla önümüze şerbet içinde yüzen künefe gelmesi bir oldu. Tamam dedim, yandık… Çok ağır gelecek, yolda uyuyamayacağım. Hayatımda yediğim en hafif künefeydi. Ve otobüse de zamanında yetiştik ;-).

Hatay en çok künefesiyle tanınır. Künefe harika gerçekten ama diğer yemeklerin yanında hikaye kalıyor. Sonra gittiğimiz Adana’da yediğim Adana Kebap’tan bile keyif alamadım, midem Hatay’da kalmıştı.

“Tatile değil, insanlara deneyimlerimizi aktarmaya geldik” parolamız nedeniyle, ev sahiplerimizin ısrarlarına karşın konuşma zamanından çalıp şehri gezmedik. O yüzden tarihi ve doğal güzelliklerinden bahsedemiyorum bile. Sadece mutfağının zenginliği için bile tekrar gidilir, ki daha şehrin kendisini göreceğim. Artık bu sene gidelim yaw, geçen sene zaten sadece bir hafta tatil yapabildim.

Dip Not : Bir de Belinda vardı.

Memat, Yimmek | Yorum Yok »
 

Kimin eli kimin cebinde?

09 Şubat 2006 Perşembe, 14:36

Şu anda görüş alanım içinde 3 tane dizüstü var. Biri Toshiba, içinde orjinal gelen diski IBM marka. Bir IBM dizüstü var, orjinal gelen diski Hitachi marka. Bir de Dell dizüstü var, onun içindeki disk de Toshiba marka.

Bir de Hitachi dizüstü bulayım, içinden Dell marka disk çıksın da tam olsun. Ne komik bir sektör…

Gezegen | Yorum Yok »
 

Buzlar çözülünce

08 Şubat 2006 Çarşamba, 19:13

Ankara’da ben (az olan) ömrühayatımda bu kadar uzun ve soğuk bir dönem görmedim. Hava sıcaklığı iki hafta boyunca gece -10 ile -19 arasında gezdi. Kaloriferler forla (fora kelimesinden az önce türettim) yandı. Hava sıcaklığı gündüz bile 0’ın üzerine çıkmadığından her taraf karla kaplı kaldı. Sanki dağlık bir bölge gibiydi. Trafik azaldı, insanlar daha çok toplu taşıma ve taksi kullanmaya başladılar. Araçlar yavaş gittiğinden bir yerden bir yere gitmek de daha fazla zaman aldı. Erikli’den damacana ile su istediğimde tamamen donmuş gelmesi ayrı bir boylamdı. “Doktor bu ne?” dediğimde de adam ellerini yana açarak “Hepsi böyle abi” demişti. Suyu içebilmek için çözülmesi bile bir güne yakın zaman aldıydı.

Birkaç gündür hava pek ısındı. Isındı dediğim, artık gündüz 0’ın üstünü görebiliyor, geceleri de -4, -5 civarlarında geziyor. Hayat normale dönmeye başladı. Karlar eriyor, sokaklarda su formunda akıyorlar. Donan su borularındaki sular çözüldü. Tabii her boru bu acıya dayanamadı, Türközü’ndeki Genç Kız Evi‘ni su bastı. Trafik de geri döndü tabii, insanların kendilerine güvenemeyip karların içinde gömülü bıraktıkları arabaları tekrar yollarda.

Buzlar Çözülmeden filmi aklıma geldi, aslında tiyatro oyunundan uyarlama olduğunu okumuştum ama hiç tiyatroda izleme fırsatım olmadı. Türk sinemasında izlediğim nadir “kör göze parmak” olmayan, mesaj kaygısını buram buram hissetmediğiniz akıl dolu bir film. Yolları kardan kapanan bir Anadolu kasabasında geçiyor, hala rastladıkça takılıp izliyorum.

Film / TV, Memat | Yorum Yok »
 

Web sitesi yaptırın, bakın döveriz!

08 Şubat 2006 Çarşamba, 17:25

BSA’nın zamanındaki kelepçeli kol fotoğraflı reklam panolarını aratmayan bir spam reklam aldım bugün. “Dikkat Web Tasarımı Yaptırmayana Hapis Cezası Kanunu” başlığıyla; firmanıza web sitesi yaptırmayanı hapse attırıyorlar, ayağınızı denk alın, hadi bize web sitesi yaptırın diyor özetle.

Ceza, ceza, nereye kadar?

Gezegen | 1 Yorum »