Öyle bir seyir defteri…

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/3

09 Eylül 2011 Cuma, 23:01

Palamutbükü denizden güneşdoğumu ya da denize güneşbatımı izlenebilen bir yer değil. Ancak tepelerin arkasından doğup batabiliyor güneş.

Bugün sabahki menümde bir tepe tırmanışı vardı. Amacım güneş kafasını tepelerin arkasından çıkarmadan önce yüksek bir yere çıkmak ve oradan güneşi seyretmekti. Çevredeki tepelerden birinde vericiler var, vericilerin dikildiği tepelere stabilize de olsa bir araç yolu açılmış oluyor. Ağır ağır ondan yürüyerek çıkılabiliyor.

İşte ben de burada vericilerin bulunduğu tepeyi gözüme kestirdim. 5:52’de çıktım aparttan. Biraz erken çıkmaya çalıştım, hava daha karanlıkken, yoksa güneş çıkmadan tepeye varamam dedim. Liman yönünde koyun sonuna kadar yürüyüp, yol bittiğinde [46] sağa döndüm ve yürümeye devam ettim. 6:10’da tepeye çıkacak olan yolun ayrıldığı noktaya [47] gelmiştim. Oradan itibaren tepeye çıkış başladı.

palamutbuku_2011-3_1Çeşitli ayrımlara [48] [58] [49] [50] aldırış etmeden yoluma devam ettim. [51] noktası neredeyse çıkışın yarı noktasında, burada bir kulübe bulunuyor. Oraya vardığımda gökyüzü kızarmaya başlamıştı ve ben artık zirveye zamanında varamayacağımı düşünmeye başlamıştım. İstifimi bozmadan yürümeye devam ettim, yine merak ettiğim bir ayrımı [52] da pas geçerek 6:49’da GPS’ime göre 245m rakımlı tepeye [53] ulaştım.

Ben tepeye vardıktan birkaç dakika sonra güneş kafasını tepelerin arkasından uzatmaya başladı. Ben böyle ağır ağır doğuşunu izleyeceğim zannederken hızla ilerlemeye başladı, daha bir dakika olmadan tüm heybetiyle tepeden kurtarmış gökyüzüne ilerliyordu bile.

Adını bilmediğim bu “verici tepesi” çevreyi görmek açısından güzel bir nokta. Etraftaki yolların bir nevi haritasını da görebildim. Örneğin tepeye doğru saptığım, limanın devamı olan yolun aslında dün Cumalı’ya yürüdüğüm yolla birleştiğini, farklı bir yere gitmediğini gördüm. Manzara bir harika tabii. Özellikle ufuğa yakın gözüken, altlarına sis inmiş ama sadece tepeleri gözüken dağlar çok güzel görünüyordu.

palamutbuku_2011-3_2Yavaş yavaş kendimi aşağı salmaya başladım, yan yolları da keşfedecek zamanım vardı. İlkine [52] hevesle saptım. Çok güzel bir koya inecek patika olduğunu düşünüyordum. Ancak birkaç adım atıp kafamı kaldırdığımda üzücü bir sahne ile karşılaştım: Çöp! [54] Çöp derken birkaç taneden falan bahsetmiyorum, kamyonlarla falan boşaltılan türden çöpten bahsediyorum. Bitki örtüsü büyük bir alanda dümdüz edilip oraya çöp dökülmüş. Yeşil, tepeye bu kadar yakın, güzel manzaralı bir yere yapılası iş mi bu… herhangi bir yere yapılacak iş mi tabii, o ayrı. Çöplerin arasında geçerek açıklığın ucuna kadar geldim. Harika bir V şeklinde koy görüntüsü beni bekliyordu. Ancak bakındığımda koya inen açılmış bir patika yoktu. Ben de biraz seyreyledikten sonra geri döndüm.
Terletici bir çıkıştan sonra iniş çok rahattı elbette. Rehavete fazla kapılıp bir yerde kayıp kıçımın üzerine oturdum — neyse ki çook ağır çekim bir inişti, sanki yavaşça oturmak gibiydi. Dolana dolana inerken bu kez [50] ayrımından saptım. İlerlerken [55], [56], [57] ayrımlarını geçtim ve yol bitti. Dönüp tek tek ayrımları keşfettiysem de, ağaçlıklara dalıp kendimi aşağıda bulmak dışında bir yere ulaşamadım.palamutbuku_2011-3_3

Tek tek deneyince de, [48], [49], [58] ise aynı yerlere çıkan, o da bir yere varmayan yol ayrımları olduğunu farkettim.

Tüm bu (başarısız) yan yol keşiflerinin ardından Palamutbükü sahiline dönerek yürüyüşü tamamladım (ve kendimi denize attım).

Rotayı özetlersek, (yan yollara sapmadan) aşağı yukarı 1 saatte çıkabileceğiniz, ondan daha kısa zamanda inebileceğiniz, bol manzaralı bir yolculuk. Eğimden dolayı biraz zorlayıcı olabilir ama yeter miktarda su alırsanız ve soluklanmaya ihmal etmezseniz, hiç zorlanmadan varabilirsiniz. Sert tabanlı bir ayakkabı önereceğim, stabilize yolda taşların sizi yormaması için.

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/2

08 Eylül 2011 Perşembe, 23:12

Palamutbükünün bir yarısı Yaka Köyü’ne bağlı iken, kıyıda herhangi bir yerleşim olmayan bir boşluktan sonraki diğer yarısı (liman tarafı) ise Cumalı’ya bağlı.

Bu sabah 6:05’te aparttan çıktım, manavla selamlaştım ve bu kez koyun liman yönüne doğru yürümeye başladım. Uygar-1 Market’in köşesinden [1] içeri giren asfalt yol aslında bir ana yol (apart/pansiyon/motel indeksi tabelasının olduğu yer). Ben de bugün o yolu boydan boya yürüyeyim, tepelere çıkan yolları keşfedeyim dedim. Sabahın ilerleyen saatlerinde Knidos’a gitme niyetindeydik, Knidos’a o taraflardan gidildiğine dair bir rivayet duymuştum; önden bir kolaçan etmeye de yarar dedim. Geçen sene bu yolu yine yürümüştüm, uzaklarda bir yerleşim görmüştüm ama geç kalacağım diye geri dönmüştüm, orayı bulmak hatta geçmek de bir motivasyondu :)

Yol dümdüz, çok az eğimli, uzun süre sağlı-sollu ufak pansiyon, apart, evleri geçtikten civarda oturanlara ait geniş araziler başlıyor. Çoğu çitlerle çevrilmiş, çoğunlukla zeytin ve badem ağaçları var. O nedenle pek çevredeki dağlara yaklaşmak mümkün olmuyor. Arada kısa patikalar varsa da, bunlar gerçekten dağa mı çıkıyor yoksa birisinin arazisinde gezmek için açtığı yol mu kestirmesi biraz güç. Yine de birkaç yer işaretledim [15] [16] [17] [18], ne çıkarsa bahtınıza, ben keşfetmeyi düşünmüyorum. İlk rotamın aksine bu deniz kenarında gitmeyi bırakın, denizden giderek uzaklaşıyor.

Toplamda 50 dakikalık bir yürüyüşün ardından, 6:55’te Cumalı’ya vardım. Yol köy meydanının ortasına yapılmış bir çeşmede [19] bitiyor. Açıkçası “bitmesi”ni beklememiştim, ben geçer giderim, yolun kenarında kalır diye düşünmüştüm. Kendimi 9’da dönmeye ayarlamıştım, daha gidebileceğim bir 40 dakika daha yol vardı (her gidişin bir dönüşü var). Yol ikiye ayrılıyor, Datça yönüne ya da Knidos’a gitmek mümkün. Datça yönünün büyük olasılıkla Palamutbükü’ne giden yola bağlandığını düşünerek rotayı Knidos’a doğru çevirdim.

Biraz gittikten sonra yol bitti, sağa Datça, sola da Datça oku gösterdi [21]. Yön olarak yukarı doğru çıkan sol tarafın Knidos’a gitmesi gerekiyordu; ben de öyle saptım. Oradan sonra yolun eğimi artmaya başlıyor. Biraz daha devam ettikten sonra Yazıköyü’ne geldim. Arada diğer yerlere sapaklar [20] [22] [23] [24] [25] [26] da geçtim. Yine herhangi birini kaydedeğer bulmadım.

Yazıköyü’nün içinden, insanların meraklı bakışları arasında geçtikten sonra, Knidos tabelalarını takip edip yürümeye devam ettim. Şöyle bir 10-15 dakika yürüyüş yapabilitem vardı ama açıkçası hiç de aynı yoldan geri dönesim gelmiyordu.

Bir anda aklıma cin bir fikir geldi. Sabah ben döndükten sonra, kahvaltı edip zaten Knidos’a gidecektik. Ben gidebildiğim kadar yürüyerek Knidos’a gitsem, arabayla Didem gelip beni arkadan toplasa, tarif edebilirim bu yolu dedim. Böylece bir anda bir 1.5 saat daha kazanmış oldum.

Dönmeyi düşünmeden yürümenin keyfi kesinlikle başka oluyor. Elimdeki suyu bitirip köydeki çeşmelerden birinden doldurup yoluma devam ettim. Yanımda fazladan yiyeceğim vardı, idare ederdim daha, vurdum kendimi yollara. Knidos tabelalarını takip ederken “yav ben bu yolun ne kadarını gidebileceğim” diye soru işaretleri oluşmaya başlamıştı ki karşıma “Knidos 8” tabelası çıktı. Sadece 8 km kalmış, bu da 5 km/s hızla yürüyen bir insan için 1.5 saat demek. Saat 9 gibi Knidos’dayım demektir.

Adımlarımı daha bir keyifle atmaya başladım ve bir süre sonra, 7:50 itibarı ile denizi gördüm [29]. İnsanlar bu güzel manzarayı seyredebilsin diye bir tane oturabilecek mesire yeri masası bile koymuşlar. Bunun hemen biraz öncesinde, dağlara doğru gidiyor gözüken bir sapak [28] çekici geldi. Denizi gördüğüm yerde ise bir tanesi sola yukarı, bir tanesi sağa aşağı giden cezbedici iki sapak daha vardı. Didem’in 9’da kahvaltı edip, hazırlanıp çıkacağını düşününce aşağı yukarı bir saat kadar oyalanabilecek vaktim vardı. Oyalanma hakkımı burada kullanabilirdim.

Çekici sapaklardan [29]’dan yukarı sola doğru gidenini seçtim ve yürümeye başladım. Tepeye çıkacak bir yol bulursam, daha bir güzel etrafı görebilirim diye düşündüm. Arada [30] [31] ayrımlarını pas geçip patikayı takip etmeye devam ettim. Yol daha yukarıya gitmek yerine, gerisin geriye Palamutbükü’ne doğru gitmeye başladı. İleride doğru baktığımda koyu gördüm, yolun gidişatına bakılırsa “aynı yoldan dönmeden” Palamutbükü’ne tepelerde gezerek dönebilirdim. Nefis! İlk anda “ya bu yol oraya gitmiyorsa, gerisin geriye dönmek gerekir, yeterli yiyeceğim yok niye çıkarken orada duran bademleri almadım ya da köyden bişiler almadım” diye dövündüm. Sonra ikinci sorun olan, Knidos’a gitmeyi (ve oradan Didem’le dönmeyi) zaten planlamış olmam aklıma geldi. Ve bir de üçüncü sorun, ayağımda asfaltta yürüyeceğim diye normal bir spor ayakkabı vardı, onunla ileride zorlaşabilecek bir patikadan dönmeye kalkmak pek akıl kârı değildi. Üstümdeki baldırları ayrılmış bir pantolon (aka şort) vardı, onunla bacaklarıma da bitkilerin epey çizik atması mümkündü. [32] noktasından kös kös geri, başladığım [29]’a 8:20’de döndüm.

Hızımı alamadım, hala bir yarım saatim vardı, bu sefer de [28]’deki ayrımdan gideyim dedim. O da böyle tepelere gidecek gibiydi. O patikada da bir [33] ayrımını pas geçtikten sonra, artık [34] noktasına geldiğimde yol ayağımdaki ayakkabılar için iyice zorlaşmaya başladı. Ben de geri dönüp yine kürkçü dükkanı olan [29]’a 8:38’te döndüm. Sağ aşağı giden patika kalmıştı geriye ama onun inişi zaten zorluydu. Bir gün [29]’dan sola yukarı giden yoldan Palamutbükü’ne dönmeyi denemeyi bir kenara (bkz burası) not edip yoluma devam etmeye karar verdim.

Deretepedüz gittim. Yolun deniz göründükten sonraki kısmı gerçekten keyifli. Arsalarla engellenmeyen, dokunabileceğiniz, patikalar olan bir sürü koy ve tepe var. Bir [35] var ki, hem verici olan bir tepeye hem de güzel bir koya iniyor gözüküyor. [38] de yine bir koya inebilecek bir ayrım. [39] tepelere gidiyormuş gibi duruyor. [41] ‘de ufak bir mağara, [45]’te yine tepelere gidebilecek bir ayrım bulunuyor.[36], [37], [40], [42], [43], [44] çok umut verici olmayan, ne çıkarsa bahtınıza ayrımlar.

İnişli, çıkışlı, virajlı bir kıyı şeridi, tipik fazla yüksek olmayan ağaçlardan oluşan bir bitki örtüsü; yer yer Knidos şehrinin harabelerini geçerekten 9:53’te Knidos tabelasına ve bakanlığın “araba giremez” tabelasına ulaştım. 1 saat oyalanmam bana sıcaklık olarak geri geldi ama yeterli suyum olduğundan sadece biraz daha fazla yorulmama yol açtı.

Rotayı özetlersek; benim gibi oyalanmazsanız, ortalama saatte 5 km/s hızla Palamutbükü’nden Knidos’a 3 saatte varabilirsiniz. Uzun bir yürüyüş gibi dursa da, bir önceki yürüyüş de toplamda 2.5 saat sürmüştü. Sadece bunda geri dönüşünüz için bir araç ayarlamanız gerekiyor. Knidos’a gidip/gelen minibüs saatlerini iyi denk getirmek (ya da orada zaman geçirmek) gerekebilir yoksa.

* * *

[1] Numaralara uygun bir halde koordinatları GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | 1 Yorum »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/0+1

07 Eylül 2011 Çarşamba, 10:21

İlk olarak iki yıl önce geldiğimiz Datça’nın Palamutbükü koyunda, geçen sene rastgele yaptığım yürüyüşlerden sonra, bu sene, daha uzun zamanım olmasının da avantajını kullanarak etrafı iyice bir keşfedeyim dedim.

4 sene kadar önce OpenStreetMap‘te sokak haritalaması yapmak için aldığım NaviGPS BGT-11 modeli basit bir GPS’im vardı. Alamet-i farikası SD kart desteği ile beraber günlerce gidilen rotaların logunu tutabilmesi ve ucuz olmasıydı. Derdim uzun araba yolculuklarında karayollarının haritasını çıkarmaktı.

Biraz araştırınca aslında doğa yürüyüşlerinde de kullanıldığını, sadece arayüzünü kullanmaya alışmak gerektiğini öğrendim. Yanıma GPS’imi de aldım, en azından çeşitli noktaları işaretlesem o bile bana yeter diye düşündüm.

İlk olarak kalkabildiğim sabahlar ana yolları ve oradan ayrılan yan yolları keşfedip, yan yolları GPS’le işaretleyip; daha sonra ayrı sabahlar özel olarak o yan yolları keşfe çıkmak gibi bir yöntem izleme niyetindeyim.

Sıcaktan baygınlık geçirmemek için sabah fazla geçe kalmadan çıkmak iyi oluyor — mümkünse gün doğmadan, hava aydınlanırken. Şu anda 6:20 civarı gün doğuyor (giderek ileri gidecek), şöyle bir 6:00 ya da 5:45’te çıkmak iyi olacak gözüküyor.

Neaaa sabahın körü mü dediğinizi duyar gibi oluyorum :). Akşamüstü uzun yürüyüşe çıkmak çok iyi bir fikir değil, çünkü olur da yavaş yürürseniz hava kararacak, bir feneriniz olsa bile yürüyüş tatsız bir hale gelecek.

Yürüyüş için dikkat edilesi başka bir nokta ise yanınıza yeterden biraz fazla miktarda su, yiyecek, şapka (güneş!), telefon ve varsa yedek telefon pili almak. Susuz kalmak olabilecek en kötüsü, aç da kalmayın ki yürüyecek enerjiniz olsun. Acil bir durumda birilerine ulaşmak için de telefona ihtiyacınız olacak.

Ben genellikle 2-2.5 saatlik bir yürüyüş için yanıma 1-1.5 litre su, biraz meyva, biraz da biber/badem gibi bir katı yiyecek alıyorum. Eğer dağ patikalarından gideceksem sert tabanlı bir ayakkabı, asfaltta yürüyeceksem hafif bir spor ayakkabı tercih ediyorum — asfaltta yürümek için ağır ayakkabıyla kendimi yormuyorum.

* * *

Tüm bunların ışığında ilk yürüyüşümü dün yaptım. Sabah 6’da uyandım, 6:25’te kapıdan çıktığımda gökyüzü kızarmaya başlamıştı bile. Palamutbükü’nden Mesudiye yönüne giden karayoluydu hedefim. Palamutbükü kıyısını boydan boya yürüyüp Yaka Köyü tarafının sonundaki “isimsiz site”nin [1] de yanından geçerek dümdüz devam ettiğimde toprak patika sizi asfalt yola çıkarıyor.

KolcuPalamutbükü’nden çıkar çıkmaz daha ilk koyda yanıma bir yol arkadaşı takıldı. Kendisine “Korucu” (Ranger) diyeceğim bu köpek yolun çoğunu benimle beraber yürüdü. Nadir bir-iki durum dışında hiç arkama düşmedi. Beni gözden kaybetmeyecek biçimde önden koştur koştur gidip, sonra dönüp, “e hadi ama gidelim” diye bakışlar fırlattı. Ben de “arkadaşım ben senin gibi dört çeker değilim, anca bu kadar gidiyor” diye yanıt verip durdum. Ne yazık ki yediğim üzüm ve yeşil biberleri de beğenmediğinden yiyeceğimi de payaşamadım.

Bu yoldan geçen sene de yürümüştüm, daha sonra geç saate kalmamak için belirli bir noktadan dönmüştüm. Bu sefer daha uzun gideceğim, bakalım nereye kadar gideceğim, gittiğim yere kadarını GPS’te işaretlerim diye düşünüyordum. Tüm yol kıyı boyundan gidiyor, tepeleri geçerken birçok iniş/çıkış ve viraj geçtim. Tanıdık virajlar bittikten sonra, karşıdan başka insanlar da gelmeye başladı. Önce bir üç kişilik aile geldi, yakındaki bir köyden geldiklerini düşündüm. Arkamdan yaldır yaldır iki tane orta yaşlı dişi yürüyerek gelmeye başladılar — bunlar acaba gidiyor mu dönüyor mu dedim. Daha sonra yazlıkçı tipi bir adam ve süs köpeğini yürüyüşe çıkarmış bir halde karşıdan gelmeye başladı. Artık o zaman tatil yapılan bir yere yakın olmalıyım diye düşünmeye başladım. Ne o adam kilometrelerce yol yürür, ne de o köpek…

Nitekim bir-iki viraj sonra büyük bir koy ve yerleşim birimi gözüktü. Bir 15 dakikalık yürüyüşten sonra da vardım oraya. Büklerden birine geldim ama hangisi acaba diye düşünüp, gördüğüm bir-iki pansiyon ismini not aldım. Sonra geri dönüştü aynı adam/köpeğe rastlayınca sosyal mühendislik daha iyi deyip, sordum — Ovabükü imiş. Vay anasını dedim… :)

Rotayı özetlersek, saatte 4-6 km/s’lik bir hızla 1 saat 15 dakikanın sonunda Ovabükü’ne vardım. Bir 5 dakika meyva molasının ardından, bir o kadar zamanda da geriye dönüp, toplam 2.5 saatte yürüyüşü tamamladım. Yolun yokuşları ve inişleri var ama şöyle bir 100-120m rakımın üzerine kolay kolay çıkmadım, birkaç kez küçük ve güzel koylardan geçerken deniz seviyesine inip çıktım. Eğimler çok zorlayıcı değildi. Yol boyunca deniz kıyısından neredeyse hiç ayrılmadım, doğan bir güneşin denize vurmasını bol bol seyredebildim.

Yol boyunca birkaç tane patika ayrımı işaretledim GPS’te (beklediğimden azdı). İlerleyen zamanlarda onları keşfetmek için ayrıca yürümek niyetindeyim.

Kötü tarafı Ovabükü’ne vardığımda güneş artık iyice doğmuştu, dönüşte güneş şöyle yandan yandan bana vurup iyice ısıttı. Üstelik şapkamı da evde unutmuştum, içme suyumun bir kısmını kafamı ıslatmak için kullandım.

Yolu yürümek isteyenler, Ovabükü’e vardıklarında oradan da su alabilirler bir büfeden. O nedenle normalde alacağınızın yarısı kadar su alıp yükünüzü hafifletebilirsiniz.

İlgi duyacaklara patika ayrımları GPS koordinatları:

  • lat=”36.678448″ lon=”27.516227″ ele=”44.500800″
  • lat=”36.683237″ lon=”27.553270″ ele=”41.452800″
  • lat=”36.678503″ lon=”27.517663″ ele=”45.415200″
  • lat=”36.678430″ lon=”27.518862″ ele=”45.720000″
  • lat=”36.680137″ lon=”27.523777″ ele=”60.045600″
  • lat=”36.677327″ lon=”27.538115″ ele=”60.045600″
  • lat=”36.677327″ lon=”27.538115″ ele=”52.730400″

Koordinatlar tam doğru olmayabilir, GPS’im ne kadar başarılı bilmiyorum. Bazıları da birbirine çok yakın ve birbirine çıkan patikalar. Ben yine de işaretledim.

* * *

[1] Palamutbükü koyunun Mesudiye yönünde sonunda bir tane “insan canlısı” site bulunuyor. Sitenin girişinde bir isim yazmıyor. Kapısına “özel mülk, yabancılar giremez” yazısı asmışlar. Güvenlik kulübesinde “kiralık ve satılık ev yoktur” yazıyor.

Gezi | Yorum Yok »
 

Beşiktaş Kurufasülyesi

11 Ağustos 2011 Perşembe, 00:17

Birkaç hafta önce Bolu’daki pazardan 4 çeşit “normal”den farklı kuru fasülye almıştık. Bunlardan birini bugün nihayet deneyebildim. Pazarda bize bunu satan teyze, “Beşiktaş Fasülyesi” dediklerini söylemişti. Ben yine de siyah-beyaz fasülye olarak adlandırmayı tercih edeceğim :).

siyahbeyazfasulye_110811

Kendilerini normalde kurufasülye yaparken nasıl yapıyorsam öyle yaptım. Yarım kilo kuru fasülyeyi düdüklüde bir 5 dakika kadar suda haşladım (normalden farklı olarak boyasını attığı suyu döktüm). Başka bir tencerede doğranmış 2 soğanı ve 2 iri diş sarımsağı acı toz biberle kavurdum, üzerine 4 tane doğranmış domates kattım. Biraz da onları pişirdikten üzerine süzdüğüm kuru fasülyeleri kattım. Sonra da üzerini geçmeyecek (hatta zevke göre daha altta kalacak) kadar sıcak su ekledim. Karabiberini ve tuzunu ekleyip, birkaç tane yeşil biberi bütün olarak attım ve yavaş yavaş pişmeye bıraktım.

Sonuç lezzetli ama böyle “parmaklarınızı yersiniz” lezzeti değil. Hafif barbunyaya yakın, isli gibi ama tatlımtrak bir tadı var. Belki sıcak yemek diye değil de, soğuk/zeytinyağlı yapılsa (barbunya tarzı) öyle de güzel olabilir.

Bir çeşit gitti, geriye kaldı 3 tane daha… :)

Yimmek | 1 Yorum »
 

Pure-ftpd’nin giriş yazılarını değiştirmek

10 Haziran 2011 Cuma, 22:16

Pure-ftpd FTP servisi biri ona bağlandığında öntanımlı olarak birçok bilgi veren uzun bir yazı döküyor.

Ayar dosyasında bu yazıları değiştirecek bir seçenek bulunmuyor. Ama pure-ftpd komutunu çalıştırırken bir parametre vererek, bağlanıldığında gösterilecek yazıları içeren bir dosya belirtebiliyorsunuz.

/etc/pure-ftpd/welcome.msg dosyasını oluşturup, içine istediğiniz giriş yazısını yerleştiriyorsunuz. Daha sonra pure-ftpd’yi başlatan servis betiğini açıp, servisi başlatma satırına “-F /etc/pure-ftpd/welcome.msg” ekliyoruz.

CentOS kullanıyorsanız, /etc/init.d/pure-ftpd içindeki ilgili satır şöyle olmalı:
daemon "$pure_launch_script $pure_config --daemonize -F /etc/pure-ftpd/welcome.msg > /dev/null"

Pure-ftpd’yi tekrar başlattığımızda artık FTP servisine bağlandığımızda standart yazıların yerinde yeller esiyor.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Zyxel Omni 56K ile Hylafax Kullanımı

17 Mayıs 2011 Salı, 10:13

zyxel-omni-56kZyxel’in Omni modeli, Türkiye’de piyasada hala sıfır bulabileceğiniz nadir com porttan bağlanan harici modemlerden.

Hylafax 6.0.5’in faxsetup/faxmodem araçları ile modemi faks sunucu olarak ayarladığımda, öntanımlı ayarlarla faks servisi çalışmıyor, faxgetty sistem kayıtlarında şöyle yazıyor:

/dev/ttyS0: Can not initialize modem.

Sorunun ne olduğunu anlamak için, /var/spool/fax/etc altındaki config.ttyS0 dosyasının içindeki “ServerTracing” ayarını 1 yerine 0xFFF olarak değiştirerek faxgetty’i tekrar başlatıyorum.

Bu kez aldığım hata şu şekilde değişiyor:

<-- [22:AT&B1&N0&S0*F0S38.3=1\r] --> [21:AT&B1&N0&S0*F0S38.3=1]
--> [5:ERROR]
MODEM Command error

Yine config.ttyS0 dosyasını açtığımda, “ModemResetCmds” satırında, modemi init etmek için kullanılan bu AT komutunu görüyorum. Üstünde açıklama olarak da burada verilen komutlardan biri olan “*F0″ın, modemin uzaktan ayarlanamaması için verildiği yazıyor. Zyxel’in bu modelinin uzaktan ayarlanma gibi bir özelliği olmadığı için, modem bu komutu tanımıyor ve hata veriyor. Hylafax’ın modem init komutundan onu kaldırarak ayarı şu hale getiriyorum:

ModemResetCmds: AT&B1&N0&S0S38.3=1

Artık faxgetty’i tekrar başlattığımda modem Hylafax ile çalışır hale geliyor.

Not: Kuruluma ve bağlanan com portuna göre aygıt adları ve dizin adları değişebilir.

Gezegen | 1 Yorum »
 

Toplu Tinyurl Üretimi

16 Nisan 2011 Cumartesi, 10:34

Tinyurl uzun web bağlantılarını (URL) kısaltmak ve bağlanılacak yeri gizlemek için çok iş gören bir servis.

Birden fazla (hatta çok miktarda) URL’nin Tinyurl’lerine gereksinim duydum. Sitede aynı anda bir bağlantıyı girip, elle sonucunu alıp kopyalamanız gerekiyor. Bulduğum Firefox eklentileri de genelde bulunulan sayfanın Tinyurl’sini üretmeye yarıyordu.

Ben de Tinyurl API’sini basit bir PHP betiği yazdım, (kendine parametre olarak verilen) bir düz metin dosyasından her biri bir satıra denk gelen altalta dizili olan tüm URL’leri okuyup, Tinyurl sitesine bağlanıp, onların Tinyurl’lerini oluşturup çıktı olarak veriyor.

Başka birinin de işine yararsa diye aşağı iliştiriyorum. (Not: Herhangi bir hata kontrolü yapmıyor)


$line)
echo $line . createTinyUrl($line) . "\n\n";
?>

Gezegen | 1 Yorum »
 

Kavaközü Seyhamamı’nda Yürüyüş

11 Nisan 2011 Pazartesi, 22:12

İstanbul’da geçirerek kaçırdığım iki Pazardan sonra, dün nihayet soluğu doğa yürüyüşünde alabildim. Üstelik bu kez yanımda bir de misafir, Ankara’yı o haftasonu ziyaret eden Hakan da vardı. Kavaközü Köyü‘nden başlayan biri kısa, biri uzun iki ayrı yürüyüş yaptık.

Hafif yağmurlar bekleniyordu, oysa daha yürüyüşe başlar başlamaz bizi hafif bir kar karşıladı. Yürüyüş boyunca birçok hava şartını birarada yaşadık. Kar yağdı, güneş açtı, rüzgar esti, sis indi, yağmur serpiştirdi. Orman içinden de yürüdük, açıklıkta rüzgar da yedik, vadide yumuşacık havadan da geçtik, çamur patikaları da takip ettik. Hepsinden tadımlık.

Yağmurluğumla kar yağışı köşe kapmaca oynadı yol boyunca — her zamanki gibi terleyeceğime ıslanırım diye hafif yağışta giymedim. Bir süre direndikten sonra, karın hızlanması ile beraber yağmurluğumu çıkardım, onu giymemle beraber kardan eser kalmadı, hemen geri çıkarıp paketledim :).

Açıkçası “havalar ısındı” diye aceleci davranmışım. Rüzgarlığımı, hafif eldivenlerimi ve kar tozluklarımı çantamdan çıkarmıştım. Artık kışa kadar ihtiyaç duymam diyordum. Ancak havanın geçiş yaşadığı bahar döneminde İsviçre çakısı tadında gezmek gerekiyor anlaşılan. Sakallarımın eksikliğini de hissettim ne yalan söyleyeyim, yer yer boyunluğumu maske gibi kullandım.

Yürüyüş sırasında (ve hatta otobüste) Hakan’la bol bol lafladık. Yürüyüşlerde arkamda ya da önümde sürekli konuşanlar beni yorardı, onlardan olabildiğince kaçar, etraftaki sesleri dinlemek isterdim. Umarım biz birilerini rahatsız etmemişizdir.

Gezi | 1 Yorum »
 

Kozlu Kanyon’da Yürüyüş

08 Nisan 2011 Cuma, 21:09

(İş-güç koşturu derken, günleer günleer önce başladığım bu yazıyı bitirmem bugünü buldu, olası dil tutarsızlıkları şimdiden affola)

Rehberimiz Gökhan Koçak geçtiğimiz Pazar özel bir grup yürüteceği için üç hafta önce halka açık bir yürüyüş düzenlemiyordu. “Rehber kapatmak” dedikleri böyle bişi oluyor herhalde :)

Ben de başka kimle yürüyebilirim diye hızlıca kolaçan ettiğimde Ankara’da farklı gruplarca sadece geçen hafta 9 tane paralel yürüyüş düzenlendiğini farkettim. Araçta çay/kahve servisi yapanlar mı istersiniz, sandviç/poğaça dağıtanlar mı, yürüyüş ortasında sıcak çay vaat edenler, “sizi nereden almamızı istersiniz?” diyenler mi, kredi kartıyla ödeme olanağı verenler mi… Amanin.

Ürktüm ne yalan söyleyeyim. Bu ek “tatlandırıcı”lara tav olacak insanlar, olaya “hizmet alan tüketici” olarak yaklaşabilirlerdi. Böyle bir ekiple yürümek de hiç keyifli olmazdı. Gökhan’a sorduğumda Tempo’nun rehberi “Derya”yı önerdi.

Tempo’nun sayfasında o Pazar “Kozlu Kanyon Yürüyüşü” olduğunu yazıyordu. Dere kenarında bir patikadan yürüyeceğimizi yazmışlar. Daha önce Kalecik’te yine bir dere kenarında, vadi sırtında çok tempolu bir yürüyüş yapmıştık Gökhan’la, pek keyifli olmuştu. Dere hem havayı hem de çevreyi çok değiştiriyor.

Dışarıdan bakınca Tempo hem işi bir “gezi turu” düzenler gibi düzenliyor, hem çay/poğaça servisi yapıyor :), hem Batıkent’ten geçmiyor, hem de diğerlerinden bir 10 TL pahalıydı. Ama bilenin sözünü dinlemek gerek diyerek Tempo’yla yürümeye karar verdim. Telefon edip bana “size 25 numarayı veriyoruz” demeleri beni benden aldı. Zaten 1-2 saat yol gidiyoruz, araçta kimin nerede oturduğunun ne önemi vardı… Demek ki bunları da takan insanlar var diye düşünerek yine “bindik bir alamete” diye düşündüm.

Tabii öncelikle önceki haftaki zaiyatım, eğilen bastonumu halletmem gerekiyordu. Artık, bumeranga benzeyen bastonumu kaptığım gibi soluğumu Ülkealan’da aldım. Bastonu aldığım yer, bastonu kırmadan eğme başarımdan dolayı tebrik ettikten sonra yamulan kısımları ellerinde başka bastonlardan artan parçalarla değiştirdi ve doğan görünümlü şahin tadına bir bastonum oldu :)

Sabah erken saatte otobüs/minibüs gerçekten uğraştırıcı bişi. Bir o kadar da güvenilmez. Erken gelse, 20 dakika önce oraya varman ve açıkta boş boş beklemen mümkün. O kadar sevimsiz ki, normalde yürürken sabah Batıkent Jandarma’dan geçen araca gitmek için toplu taşıma yerine bir 45 dakika yürümek daha kolayıma geliyordu. Ama bu Tempo Batıkent’ten geçmediği için, sabah metro istasyonundan çevre yolu çıkışındaki Optimum’a bir araç bulmam gerekti. Sonunda turbo tuşuna bile basmak zorunda kaldım yetişebilmek için.

Daha araçta ekibin çoğunun, birbirleriyle “şakalaşmaları”ndan sürekli beraber yürüdüğü, birbiriyle güzel anlaştığı belli oldu. Aralarından tanıdıklarım da vardı. Yeni birkaç kişi de hiç yukarıda endişe ettiğim profilde değildi.

Yürüyüşe başlamamız ile beraber bahar “merhaba ben geldim” demeye başladı. Sert rüzgarların, soğuk havaların, karların hepsi yokolmuştu. Rüzgarlık, bere, kalın eldiven, kar tozluğu gibi araçlar bir sonraki kışa kadar rafa kalkıyordu. Onların yerine birkaç yürüyüş önce yağmurdan saçım ensemi ıslatmasın diye de kullandığım “boyunluk” denebilecek, boyuna sarılan, dişilerin genelde dekoratif kullandıkları bir giysiyi çantama kattım.

İlk defa bir yürüyüş için bunu söylüyorum ama öğlen yemeğine kadar olan kısmı gerçekten çok sıkıcıydı. Gökhan’la öğlen yemeğine kadar çok efor harcayıp, öğleden sonra genelde inmeye alışık olan bendeniz adapte olamadım. Çok kısa bir yolu, iki adımda bir durarak uzun bir zamanda yürüdük. İnsanlar etrafın fotoğrafını çekerken, ben boş boş durdum (ve terleyip soğudum). İşin kötüsü etraf genel olarak geçen mevsimden ölü bitkilerle doluydu, tek tük çiğdemler hemen her yerde bulunabilir cinstendi. Seyredecek bile çok bişi yoktu. Neyin o kadar fotoğrafını çektiklerini de anlayamadım. Bir an fotoğrafçıların arasına mı düştüm düşüncesi aldı beni.

Kozlu Kanyon adlı vadiye varmamızla beraber ise “işte aradığım tat” dedim. Su nelere kadir. Hava değişti, etrafta bitki örtüsü değişti. Bir taraftan su sesi, bir taraftan canlı bitkiler… Yürüyüş bir anda çok keyifli bir hal aldı. Yamaçlardan yürüdüğümüz için tempo olarak da alıştığım yoruculuktaydı yürüyüşün ikinci bölümü. Bol bol indik, tırmandık.

Birçok yerde derenin üstünden diğer tarafa geçmemiz gerekti yola devam edebilmek için. Yürüyüşten kısa bir süre önce Ankara’da çok yoğun kar yağışı olmuştu, o eriyen karlar dereyi daha da coşturmuş, birçok yerde daha önce var olan geçiş noktaları yok olmuştu. Rehberimiz ve daha deneyimli yürüyüşçüler çok yaratıcı çözümlerle geldiler. Bazen birkaç yüz metre geri dönüp daha sığ bir yerden geçtik. Büyücek taşlar, insanlar geçerken basabilsin diye dereye yuvarlandı. Bir seferinde kenarda duran kocaman ağaç kütüklerinden mini bir köprü bile oluşturdular (adventure oyunu gibi). Onlar sayesinde ben ayakkabımın içine hiç su geçirmeden geçirdim tüm yürüyüşü. Ben kendi adıma pek eğlendim.

Yürüyüş boyunca 3.5 litreden fazla su içince açıkçası beni aldı bir düşünce. 2 litre suyla başlamıştım, neyse ki rotada bol bol çeşme var, ara ara doldurdum. Yazın daha sıcak olduğunda, çeşme olmayan yürüyüşlerde sırtımda su damacanası ile yürüyecek halim yok ya… :)

Anladığım kadarıyla etabın kısa olmasından dolayı başta uzun uzun oyalandık. Ben olsam Kozlu Kanyon’a varana kadarki kısmı hızlıca yürüyüp, daha sonra vadide vitesi düşürür, bol bol zaman geçirirdim.

Dönüşte yine araçtan inme yeri azizliği yaşadım. Yaşayacağımı biliyordum ama yaşaması farklı oluyor. Optimum’da bizi aldıkları yerin bir 300 metre kadar gerisinde bırakıyorlar. Bıraktıkları yerden, aldıkları yere giderken yürüyecek bir kaldırım yok, dönüşlerde yaya geçidi yok, araçlar üstüne üstüne gelirken ezilmemeye çalışıyorsun. Hani aracın bir 500-600 metre daha fazla dolanmaması için yapılacak iş mi bu… Tamam belediyenin umrunda değiliz, orasını biliyoruz. Ama doğada can güvenliğimizi düşünen Tempo Tur, şehirde niye düşünmüyorsun?

Gezi | Yorum Yok »
 

Sosyal A?lardan Seçmeler #1

08 Nisan 2011 Cuma, 15:08 Genel | Yorum Yok »