Öyle bir seyir defteri…

Anneannenizin müziği

05 Kasım 2005 Cumartesi, 15:47

Grannie isimli bir grupla tanıştım. 1971’de çok kısa bir süre yaşayıp, az sayıda basılan tek bir albüm çıkarmışlar. Gitar ağırlıklı, melodik, sertimsi ama yer yer yumuşak bir tınısı var. İçinde daha önce dinlediğim birçok gruptan bir şeyler buldum. Hoş bir karışım olmuş.

Musiki | Yorum Yok »
 

Gün hiç doğmasın

04 Kasım 2005 Cuma, 16:35

Trende Viyana’ya giden bir Amerikalı oğlan ile Paris’e giden bir Fransız kız tanışıyor ve sohbet etmeye başlıyorlar. Oğlanın bir sonraki gün sabah erkenden uçağa binerek ülkesine dönmesi gerekiyor. Çok geçmeden tren Viyana’ya varıyor. Oğlan parası olmadığını, büyük olasılıkla sabaha kadar sokaklarda dolaşacağını söylüyor. Kıza da trenden inerek sabaha kadar beraber Viyana’da dolaşmalarını, kızın bir gün sonra yoluna devam etmesini teklif ediyor. Kız kabul ediyor ve trenden beraber iniyorlar.

Birkaç hafta önce izledim. Hala tadı damağımdan uçup gitmiş değil. Zorunlu bir bitiş tarihi olan bir ilişki yaşamış olan kimsenin de kolayca unutabileceği bir film değil. Diyaloglar, yaşadıkları o kadar gerçek ki.

Film / TV | 3 Yorum »
 

Usta Splinter

03 Kasım 2005 Perşembe, 15:48

Tanıyanlar bilir Murphy yanımdan pek eksik olmaz. Hatta FCH’ın Murphy’nin mezarının üzerine kurulduğuna dair rivayetler vardır.

Yanıma Zoom X6 modemi alırken, splitter’ını ofiste unutunca, yeni bir tane alarak kolleksiyonuma ekledim. Modemin hattını çıkartıp splitter’ı araya aldıktan sonra ise adsl bağlantısı bir türlü kurulup IP alamadı arkadaş. Öyle dene, böyle dene, kablo değiştir derken sonunda splitter’a saydırmaya başlayıp hattı gerisin geriye direk taktım yine çalışmadı ve ben tükenmiş bir halde koltuğa çöktüm. Aradan geçen bir yarım saatten sonra alet çalıştı, splitter’ı araya takıp denedim — yine çalıştı. Tam ben splitter’ı takmaya kalktığımda Telekom’un internet bağlantısını bozacağı tutmuş anlaşılan; baştan beri düzenekte hiç sorun yokmuş.

Bu tabii Telekom’un ilk hediyesi değildi. Direk “the” kazığı hatırladım. Birkaç sene önce bir firmanın başka bir şehirdeki ofisine faks sistemi (sunucu/istemciler) kurmaya gitmiştik. Ofisin düzenini bozmamak için Pazar günü kimse yokken kurulum yapılacak ve Pazartesi herkes yeni sistemle çalışmaya başlayacaktı. Firma bize sürpriz olarak faks olarak sunucuya bağlanacak iki hattı santrale bağlı bırakmıştı. Adamları aradığımızda “ee siz zaten ayırırsınız diye santralci çağırmadık” demiş ve biz de egügük diye kalmıştık. Ne anlarız biz santralden dememize karşın işin bitmesinin gerekliliği üstün basmış ve santralden hat ayırma eylemine girişmiştik.

– Hattı santrale bağlıyken kontrol et — sağlam.
– Hattı santralden ayır — bozuk.
– Hattı santrale geri bağla — bozuk.
– Diğer hatları tek tek kontrol et — sağlam.

EeeeK! Bir yarım saat kafa kırdıktan sonra hatta kısa devre yaptırdığımıza kanaat getirip yenilgiyi kabullenerek Telekom’a arıza kaydı bırakmış ve karizmayı çizmiş bir halde kös kös Pazartesi sabahı ofisi çalışanlarla beraber açmıştık. Aradan bir saat kadar geçti, kapı çalındı. Telekom görevlisi geldi ve telefonu kontrol etmemizi istedi. Çalışıyor. Adam giderken şeytan dürttü, “problem neredeymiş?” diye sordum son anda. “Dün arkadaşlar çalışma yaparken bozmuşlar da” dedi. Yahu nası bişidir! 5 tane hattın sadece 1’ini ve sadece o bizim üzerinde çalıştığımızı, üstelik de dünyanın tüm zamanları seninken tam santralden ayırdığımız anda nasıl bozabilirsin?! Bunun olasılığı yüzde kaç? Olasılıksızlık motoru mu kullanıyorsun bre adam?

Gezegen | Yorum Yok »
 

Eski… tariflere

03 Kasım 2005 Perşembe, 13:30

Kiloma dikkat ettiğim için şeker, beyaz un, nişasta, pişmiş patates, pişmiş havuç ve margarinden uzak duruyorum uzun zamandır. Eski notlarımı karıştırırken onlarla artık pek yapmadığım yemekleri hatırladım. Bazılarını ise sadece unutmuşum. Çıkından çıkanlar :

Patatesli havuçlu salata : Ciddi ciddi yemek yapmakla uğraşma düşünceleri kafamda belirdiğinde ilk denediğim yemekti. 6 tane patatesi, 3 tane havucu haşlayarak pişirdikten sonra püre haline getiriyorsunuz. Soğuduktan sonra içine bir kaşık sıvı yağ ve küçük moleküllerine ayrılmış sarımsak katıyorsunuz. Patates ve havuç büyüklükleri ile kendi zevkinize göre miktarını ayarlayabileceğiniz 500-750 g yoğurt ile karıştırıyorsunuz. Yine de yoğurdu fazla tutmamaya çalışın ki salatanın tadında çok baskın olmasın.

Havuç ezme : n tane havucu rendelenip zeytinyağıyla kavrulur. Soğuduktan sonra sarımsaklı yoğurt ve mayonez ile karıştırılır. Yoğurt ve mayonez miktarı keyfe kalmış, fazlası ezmenin tadına baskın çıkabilir. Fazla mayonez ise ezmeyi ağır hale getirebilir.

Tavuklu makarna : 1 büyuk soğanı rendeleyip 2 çorba kaşığı zeytinyağında pembeleştirin. Zevkinize göre miktarını ayarlayacağınız küçük parçalar halinde söğüşlenmiş tavuğu içine atıp 1-2 dakika karıştırın. 1 rendelenmiş havucu, küp küp doğranmış 1 büyük domatesi, 2 adet doğranmış sivri biberi katıp karışımın içine iyice karışana kadar pişirin. En son 2 çorba kaşığı iri kıyılmış maydonozu da ekleyin. Normalden biraz az pişirdiğiniz ve suyunu süzdüğünüz makarnaya karışımı ekleyip bir süre beraber pişirin. Makarna hamur olacak diye fazla pişiremediyseniz, altını kapattıktan sonra beraber biraz demlenmeleri için bekletebilirsiniz.

Kaşarlı acılı makarna : Makarnayı haşladıktan sonra suyunu süzüp, soğuk sudan geçirin. Tencerede margarinin üzerine acı toz kırmızı biberi (hayır pul olmaz!) kızdırdıktan sonra makarnayı katın ve iyice karıştırarak kısık ateşte birkaç dakika dumanları tütene kadar pişirin. Tabaklara koyduktan sonra üzerine taze kaşar rendesi serpin. Tepeleme dolu tabaklar yerine az dolu ve geniş tabakları tercih etmek kaşarın sadece üst tabaka görevi görmeyip tüm yemeğe etki etmesini sağlar.

Köfte baharı aromalı makarna : Makarnayı haşlayıp suyunu süzdükten sonra tencerede biraz (fazlası zarar) köfte baharı serperek margarini kızdırın. Sonrasında makarnayı ekleyerek karıştırarak kısık ateşte birkaç dakika pişirin. Farklı bir tat, farklı bir lezzet.

Muhallebi : Assolistler en son çıkar derler. Küçükken her Pazar dedem ve babaanneme gittiğimde yemeğin sonunda o vardı. Sütlü tatlı hastalığına yakalanmam da ondandı herhalde. Bir gün sonunda dayanamadım, babaannemin kapısını tarifini istemek için tıklattım. Ölçüleri kendi mutfak malzemelerine göreydi, olabildiğince adapte ettim, sık sık yapıp yedim. Elbette birebir yapabilseydim bile onun eli değmediği için aynı lezzette olamazdı. 1 litre süt, 1 yumurta, 3 dolu kaşık un, 6 dolu kaşık şeker, 1 dolu kaşık pasta ununun hepsini bir tencereye doldurup iyice mikserle karıştırıyorsunuz. Orta ateşte koyulaşıncaya kadar karıştırmaya devam ediyorsunuz. İçine vanilya ya da damlasakızı atıp biraz daha karıştırıp, isteğe göre dibini tutturup ;-) kaplara döküyorsunuz. Nammm….

Yimmek | 1 Yorum »
 

D-Oruk

03 Kasım 2005 Perşembe, 01:26

Bugün Oruk ile tanıştım. Kaçırdığım yıllara yandım. Kıyma ile ince bulgur ne kadar lezzetli bir bileşim oluşturuyorlar öyle. Mmmm.

Yimmek | 1 Yorum »
 

Bir Fortuna serüveni

03 Kasım 2005 Perşembe, 00:53

İstanbul-Ankara arası herhalde Türkiye’de en çok sayıda otobüsün çalıştığı, en fazla yolcu taşınan şehirlerarası hat. Ben de bundan nasibi yeterince alıyorum.

4-5 sene önce Kamil Koç’un direk Kadıköy Rıhtım’dan yolcu alan otobüsleri vardı. Pek güzellerdi, servis derdiyle uğraşmadan merkezi bir yerden otobüse binip gidiyorduk. Ne keyifti. Sonra bu uygulama bitti.

Sonra Asya Tur keyfi başladı. Günde sadece 3-4 saatte otobüsleri vardı ama o ne konfordu. Yumuşacık ve iki koltuk arasındaki mesafe ayarlanabilir koltuklar, kulaklıkla müzik/televizyon yayını gibi o zamanlar kalbur üstü / lüks altı otobüslerde görülmeyen özellikleri standart fiyattan sunuyordu. Gecenin geç saati kalkan otobüsleri sabahın erken saatlerinde varıyordu. Üstelik Batıkent’te biletlerini satan yazıhaneyi çok düzgün bir adam işletiyordu. Keyif kısa sürdü, Asya Tur artık İstanbul-Ankara arası çalışmıyor.

Derken Nilüfer geldi… çıtayı yükseltti. Varan/Ulusoy/Boss sefilleri dışında pek görülmeyen taşeron yerine kendine ait arabaları ile piyasaya girdi. Olması gerektiği gibi işleyen düzenekleri ile kalbimizi fetetti.

Seneler sonra Kamil Koç’la gittim Salı günü. Neden mi? Yeni aldıkları “Fortuna” araçlarını merak ettiğimden. Standart biletinden bir 5 YTL pahalı bu araçlarla “konfor” meraklılarını yakalamaya çalışıyor amcalar.

Efenim öncelikle koltuklar gerçekten rahat. Sırtınızı ve kafanızı koyduğunuz yere yaptıkları ek bir katmanla iyice rahat hale getiriyorlar. 3 tane oturabileceğiniz koltuk var. Aracın kapı tarafında çiftli koltuklar yer alıyor. Öndeki koltuk ile arası gerçekten ferah, çok rahat hareket edilebiliyor. İki koltuk arasında isteğe bağlı bir kolçak var, yanınızdakinden tamamen ayrılabiliyorsunuz. Tek kişi gidiyorsanız iyi ama bir çift olarak gidiyorsanız o kolçağı kaldırsanız bile koltukların arası o kadar açık kalıyor ki, yakın fiziksel temasta bulunamıyorsunuz. Çiftli koltuğun üstündeki ışık / havalandırma aparatı sadece pencere kenarındaki koltuğa yetecek düzeyde. Koridor tarafında oturan insan ışık/havalandırma isterse ağzını havaya açıyor. Kitap okumak oldukça zor. Pişmemeye de dikkat. Kaptan tarafında ise tekli koltuklar dizilmiş durumda. Ancak onların da öndeki koltuk ile mesafeleri çiftli koltuklarda olduğundan daha dar. Uzun boylu bir insan kendini koridora kaydırmak durumunda kalabiliyor.

Şimdi düşünebilirsiniz ki, tamam o zaman ben çiftli koltukların pencere kenarını alıp keyfime bakayım. Olmaz, olabilemez. Çünkü o bir pencere kenarı. Ferah olduğu bir durumda bile bir insan neden pencere kenarını sevmez? Tabii ki o olası mel-un kalorifer saldırısı (attack of the kalorifers) nedeniyle.

Otobüslerde sıklıkla bir “vurun kahpeye” tarzı ısıtma peydah oluyor kış zamanları. Aman yolcular üşümesin diye sıcağı bastıkça basıyorlar. Koridor tarafında oturan pişiyor, piştikçe beyin sulanması yaşıyor. Genellikle içime kısa kollu bir tişört giyip biniyorum otobüslere bu durumlar için. Pencere kenarındaki zavallılar ise alevde ızgara oluyorlar çünkü tam kaloriferin üstünde oturuyor oluyorlar. O sıcak hava sürekli alttan vuruyor onlara. Yüksek ateşte olduktan sonra konforlu gitmenin bir esprisi kalmıyor, sıcak delisi değilseniz.

Sonuç : Binerken yaz döneminde çiftli koltuğun pencere kenarı ideal mekan. Kış döneminde ise çiftli koltuğun koridorunu tercih edip bişiler okumak gibi entel dantel merakları bir kenara bırakıp notbuk kullanmaya, müzik dinlemeye ya da uyumaya yönelmek gerekiyor.

Memat | 2 Yorum »
 

Wordplay

03 Kasım 2005 Perşembe, 00:22

Kelime oyunlarını seven bir insan olarak yeni çıkan Wordplay oyununa pek sevindim. Daha 0.1 sürümünde ama süsleri dışında bir eksiğini pek görmedim. Üç tip oyun var.

Kelime Madeni (Word Mine) : Verilen 6 harften üretilebilecek tüm anlamlı 3 ya da 4 harflik kelimeleri bulmak. Bakınız aşağıda ne güzel de oynuyorum :-)

Kelime Kancaları (Word Hooks) : Anlamlı 2 ya da 3 harflik bir kelimenin başına ya da sonuna bir harf ekleyerek oluşturulabilecek yeni anlamlı kelimelerin tamamını bulmak. Mankenimiz gene işbaşında :

Son oyun tipi olarak da Bingo var. Verilen 7 ya da 8 harfin tamamını kullanarak üretilebilecek anlamlı kelimelerin bulunması.

Hepsi halihazırda İngilizce dili için. Veri dosyalarının anlaşılır bir biçimi var, kolaylıkla Türkçe’ye ya da başka bir dile adapte edilebilir. Sıkı bir Dilmece (Scrabble) alıştırma programı aslında (hişt! kaşıkcı! sana diyorum!)

GTK1 ile yazılmış olması yeni teknoloji meraklılarına hoş gelmeyebilir. Ambalaja değil, içindekine bakın.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Magna Carta

01 Kasım 2005 Salı, 08:31

Magna Carta kelimeleri uzun zamandır içimi sütümsü bir tat ve hisle doldurur. Tarihteki o meşhur Magna Carta değil bu, 70’lerden bir İngiliz folk grubu.

Seasons albümünü ilk dinlediğimde kendimden geçmiştim. O albümdeki Elizabathen tüm zamanların en beğendiğim yumuşak müziklerinden. Lord of the Ages da ayrı bir güzeldi. CD çağındayken edindiğim bu albümlere, bugün yenileri eklenince güne güzel başlamış oldum. Şimdi Songs from Wasties Orchard’ı dinliyorum, ilk albümleri Times of Change ise sırada. Zaman içinde yenilerini bulmayı umuyorum.

Genelde bu tip grupların web siteleri olmuyor. Magna Carta’nın daha bir hafta önce güncellenmiş magnac.com isimli kendi web sitesi var.

Musiki | 1 Yorum »
 

Yaw yaw Wonkaa!

28 Ekim 2005 Cuma, 10:57

Digitürk’ün pek beğendiğim televizyon rehberi sitesini geziyordum ki ne göreyim : “Willy Wonka and the Chocalate Factory“. Önce birkaç ay önce sinemada izlediğim film sanıp şaşırdım (genelde bir-iki yıl geçmesi beklenir). Sonra oyunculara bakınca 1971 yapımı Gene Wilder’ın oynadığı bir çikolata fabrikası filmi daha olduğunu farkettim. Heyecanlandım, ağzım sulandı ve utandım — tarihte yapılanları bilmediği için tekerleği tekrar icat edenleri gereğinden fazla takdir eden zamane çocuğu gibi hissettim.

Film / TV | 1 Yorum »
 

Falaka lütfen…

27 Ekim 2005 Perşembe, 11:17

Yok abi ben canım sıkıldıkça ööle spor olsun diye “make install” derim. Aslında make install derken make uninstall ya da tamamen alakasız bişi kastediyor olabilirim, öyle dişisel genler işlemiştir sarmallarıma.

===============
install:
@echo “Make install has been disabled”
@echo “If you really want to install libjpeg-mmx, please use make install_real”

install_real: libjpeg-mmx.$(A) install-headers
$(INSTALL_LIB) libjpeg-mmx.$(A) $(libdir)/$(binprefix)libjpeg-mmx.$(A)
===============

Gezegen | 2 Yorum »