Öyle bir seyir defteri…

İdam mahkumu filmi

29 Kasım 2005 Salı, 23:02

Adada mahsur kalma ve savaş filmlerinden baydığım gibi idam mahkumu filmleri de beni açmıyor son zamanlarda. Digitürk’ün televizyon rehberinde gezerken rastladığım “David Gale’in Hayatı” filmi oynayanlardan birinin Kevin Spacey olması nedeniyle konusuna rağmen ilgimi çekmeyi başardı. Kate Winslet’le Cate Blanchett’i yine karıştırdım, o da ayrı konu.

Klasik bir konuya farklı bir senaryo getirmişler, hoş olmuş. Fazla daraltmayan bir idam mahkumu filmi izlemek isterseniz güzel bir seçim olabilir.

Film / TV | Yorum Yok »
 

Müzik CD’lerini dijital çalmak

29 Kasım 2005 Salı, 18:56

NKA bilgisayara bağlı bir CD çaların onu ses kartına bağlayan bir ses kablosu olur. Çaldığı müzik CD’sinin çıktısını ses kartına verir, ses kartı da kendi çıkışından dışarı. Ses kartı olmayan bilgisayarlarda bunu yapabilmesi için ön tarafında kendi kulaklık çıkışı olur. CD çalarlar sadece veri okumak değil, yazılım bağımsız müzik CD’si çalma yetisine de sahipler aslında — alete elektrik gelmesi yetiyor.

Yurdumun “bilgisayarcı”ları o iki kuruşluk ses kablosundan bihaber olduklarından ya da tasarruf etmek istediklerinden bir dönem insanlar “bilgisayarımda müzik CD’si çalamıyorum’ diye ağlardı. Sonra daha kötüsü oldu, CD çalarların dijital ses kopyalama yöntemi Windows Media Player tarafından kötüye kullanılır oldu. Artık CD çalmak istediginizde Windows Media Player öntanımlı olarak müzik CD’sinden dijital olarak veriyi çıkartıp bilgisayarda çalmaya başladı. CD çalara işkence yapan bu teknik, bilgisayarın da kaynaklarını gereksiz yere tüketiyor. Yurdum bilgisayarcıları bu sayede o kabloyu tamamen unutma mutluluğuna eriştiler.

Tabii bu döndü dolaştı bir ara özgür yazılım savunucularının başına bela oldu. “Linux’ta müzik CD’si çalamıyorum” diyalogları yaşanmaya başlandı. “Yav bir ses kablosu takacaksınız, bakın bu hali bilgisayarınızı da yavaşlatıyor, dijital çalmak yanlış bir iş” sözleri “Ama Windows’ta çalışıyor” yanıtlarına karıştı. Sonra bilgisayarlar hızlandı, MP3’ün iyice yaygınlaşmasıyla bunlar unutuldu gitti.

Dün CD çaların bağlı olduğu makina Pardus testine maruz kalırken CD dinlemek isteyince kendi bilgisayarımdaki CD yazıcıya taktım CD’yi. CD yazıcı olup CD çalma tuşu olmadığından KsCD’yle tanıştım. “Çal çocuğum” dedim. Ama ses gelmedi. Tabii bütün bu anılar geri geldi. Aleti CD çalar niyetine kullanmayacağımızdan ses kablosu koymamışız içine. Eee… ne olacak şimdi dedim, KsCD’nin seçeneklerini açıp “Digital Playback” seçeneğini görünce yüzümde bir gülümseme oluştu. Bilgisayarın işlemcisi var kardeşim çalışsın diyerek işaretledim, ses gelmeye başladı… Başladı da, CD yazıcı da hıçkırıklara boğuldu. Uçak kalkma sesi ile “yapma bunu bana” çığlığı arası bişidi. Kıyamadım tabii. Kalktım, ses kartının çıkışından kabloyu alıp CD yazıcıya taktım direk ve öyle dinlemeye başladım.

Kıssadan hisse… Duygusal insanlar için “digital playback is evil”.

Gezegen | 1 Yorum »
 

Morita-san yok artık

26 Kasım 2005 Cumartesi, 17:38

IMDB’yi kurcalarken Karate Kid filmindeki Miyagi rolünü oynayan amcanın öldüğünü öğrendim. Az mı bonzai ağacı budadı…. Hala Hilary Swank’ın gençliğiyle çektiği The Next Karate Kid filmini merak ederim, henüz izleme fırsatım olmadı.

Film / TV | 1 Yorum »
 

Titreten koç

25 Kasım 2005 Cuma, 13:10

Ramazan bayramı çılgınlığında yaşadığım Kamil Koç yolculuklarını yazma fırsatı yeni yeni buluyorum. Bayrama birkaç gün kala fikir değiştirip bileti bir gün önceye almaya gittik. Fortuna araçlarından ek sefer koymuşlar, çok rahat yer bulduk. Hatta o bayram karmaşasında otobüsün yarısı boştu diyeyim anlayın. Zaten bu “ek” seferleri niye daha erken koymazlar ancak son dakikada gelenlerin işine yarar anlamam. Dönüş için şansımı Nilüfer’de denedim, hiç boş yer yoktu — napiim sona kalan dona kalır dedim ve Kamil Koç’un standart araçlarından birine gece 02:30 arabasına aldım.

Saat 02:00’de kalkması gereken servis 02:10’da kalktı ama zaten Kamil Koç’un terminali Nilüfer’in Kartal’ı gibi çooook uzak bir yerde olmayıp Ataşehir’de olduğu için rahatlıkla yetiştik. Şaşkın düşüncelerimin arasında otobüs tam 02:29’da terminale girdi. Bayram trafiği aksaklığı falan beklenir, ama cık. Nilüfer’de İstanbul’dan binerken, araçların karşıdan kalkarak gelip köprü trafiğine takılarak geç gelmelerinden son dönemde çok dertliydim.

Koyulduk yola… Klasik bir şehirlerarası otobüs, bas bas kaloriferi leylaaya şeklinde fırına çevirmişler. Hazırlıklı bendeniz, kafamda çınlayan “dınınt dıntıdın” ezgileri eşliğinde soyunarak kısa kollu bir tişörtle oturdum koltuğa. Çok geçmeden de uykuya daldım.

Üşüyerek uyandığımda gün aydınlanmıştı. Esinti yiyordum sıkı biçimde. Elimi enseme attım terlemiş durumdaydım. Kendi havalandırma aparatımı kontrol ettim, tık yok. Çevre koltuklardakiler üzerlerini bir şekilde örtmeye çalışmış, bir taraftan da söyleniyorlardı. Sonunda buldum, tepede koridorun tavanında genel bir havalandırma yeri vardı, otobüsün tüm havalandırması oradan sağlanıyordu. Sonunda dayanamayarak orta kapının oradaki muavin çağırma düğmesini yaktım. Birkaç saniye içinde esinti kesildi (şoföre jeton düştü herhalde).

Böyle bir saldırıdan kaçmanın yolu var mıydı diye otobüsün geri kalanını inceledim. Tepedeki genel havalandırma orta kapının birkaç koltuk arkasından başlayarak arka dörtlüye kadar gidiyor. Eh, orta kapı civarı zaten orta kapı saldırısına[1] açık bir yer. Daha ön taraflar ise zaten kaptan saldırısı[2] nedeniyle uzak durulması gereken bölgeler. Havalandırma kısmını bula bula otobüste tek yaşanabilir yere koyarak beni kalbimden vurdular.

Sıcaklık otobüslerde genel bir sıkıntı. Aynı ısı bazılarına çok sıcak, bazılarına çok soğuk geliyor. Ama en kötüsü sıcaklığın çok değişmesi. Sıcaktan terleyerek uyuduktan sonra üşüyerek uyanmak hasta olmaya davetiye gibi. Otobüslerde anlamsız anlamsız bir sürü “kurumsal” standart getirmeyi çok seviyorlar, keşke sıcaklığı (da) standartlaştırsalar, otobüsün sıcaklığı belirli bir derecede otomatik tutulsa. Biz de kendimizi ona göre ayarlayabilsek.

[1] Orta kapı saldırısı : Otobüs mola yerinde durduğunda orta kapının açılması ve açık bırakılması nedeniyle orta kapı civarında mola yerine inmeyip uyumaya devam eden insanların dışarıdan gelen esintiler nedeniyle donması. Hatta bunu “kurumsal” hale getiren güzide firmalar da var. Bir Varan yolculuğunda buna maruz kaldığımda, inmiş ve muavini bulmuş ancak tüm ısrarlarıma karşın orta kapıyı kapattıramamıştım. “Kurumsal standart”larının bu olduğunu belirten Varan yetkilisi, orta kapıdan esinti nedeniyle üşüdüğümü belirttiğimde kaloriferi açmayı teklif etmişti. Oh ne ala… yandan esinti alttan kalorifer saldırısı, insanı hasta etmek için birebir — her şey Varan’ın standartları için!

[2] Kaptan saldırısı : Kaptanın aracı süren kişi olarak özel bir konuma sahip olmasından kaynaklanır. Camını açarak sigara içme ve yol boyunca kendine özel müzik dinleme olanaklarına sahiptir (kulaklık takamayacağından). Kaptanın yakınındaki 3-4 sıra koltuk da bu ayrıcalıklardan zorunlu olarak yararlanır. Sigara dumanı ve açık camdan esinti gelir, tüm yolculuk boyunca şoförün seçimlerine göre müzik dinlenir.

Memat | Yorum Yok »
 

Teknoloji de cins bişi

22 Kasım 2005 Salı, 23:10

Etraf CD çantasından geçilmediğinden artık canıma tak etti. DVD’den daha geniş kapasitelisi uzun süre çıkmaz dedim ve arşivimi 6 CD -> 1 DVD dönüşümünden geçirmek için kolları sıvadım. 7-8 CD’yi sabit diske kopyaladıktan sonra durdum. Neden mi? Çift katmanlı DVD’ler aklıma geldi. Elimdeki yazıcı zaten destekliyordu, tek yapmam gereken medyanın ucuzlamasını beklemekti; sonra 12 CD -> 1 DVD dönüşümü yapabilecektim. Optimize motorize birlikler barakalarına döndüler.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Ben de süslü oldum

22 Kasım 2005 Salı, 12:47

Kde uygulamaları sitesini okurken görev çubuğundaki uygulamaların o anki görüntülerini küçük resimler halinde gösteren Taskbar2 isimli bir uygulama gözüme çarptı. Ona bakarken kardeşi Kpager2‘ye takıldım, o da yoğun kullandığım sanal masaüstlerini daha cici biçimde yönetmeye yarıyordu. Zamane masaüstü bilgisayarları “sade olsun, hızlı olsun” yaklaşımımı “sade olmasa da hızlı oluyor zaten” ile değiştirdiğinden, ikisine de sulandım. Keyifli gözüküyor. Ee… Plasma gelene kadar armut toplamanın alemi olmayabilir.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Kullanıcı kardeşliği

21 Kasım 2005 Pazartesi, 17:08

Bugün karşılaştığımız bir Windows XP makinaya iki tane USB 2.0 cihaz taktık. Windows zeki çocuk ya, takıp/çıkarırken her defasında “Bu aleti daha hızlı kullanabilirdiniz, USB 2.0 bir girişe takın” diye uyarı mesajı çıkardı. Biz de yav alette USB 2.0 girişi hangisi acaba diye donanım yöneticisini açtık. Alet tepesinde açık açık “Bu alette USB 2.0 giriş bulunmamaktadır” yazıyor.

Bre zındık… Hadi güzel bir iş yapıp USB 2.0 destekli bir cihazın (yanlışlıkla) USB 1.1 bir girişe takıldığını farkedip kullanıcıyı uyarıyorsun, cihazda USB 2.0 girişi var mıymış diye bir kontrol etsene. Olmayan girişin neresine takacak? Şimdi her cihaz takıp/çıkardığında kullanıcının o sinir bozucu mesajı görmesi gerekiyor.

Gezegen | Yorum Yok »
 

One sabun to rule them all

20 Kasım 2005 Pazar, 23:57

Bir gün arayla sıkmalık portakal ve mandalina ile kış sezonunu açtım. Mandalina tüm kış, hatta bahar başında da olsa ne güzel olurdu… birkaç ay anca tam mevsimi olacak.

Benim gibi gün içinde sık sık portakal/mandalina yiyorsanız, elinizde sürekli onların kokusuyla dolaşıyorsunuz demektir. Çoğu zaman memnun olduğum da bişi aslında. Bazı durumlarda ise kurtulmak isteyebiliyor insan.

Geçen senelerden farklı olarak istediğim zaman portakal/mandalina (ve aslında pratikte ellerime sinen her kokudan) kurtulabiliyorum. Duygu‘nun MCH’a bıraktığı bir miras olarak tanıştım kendisiyle –> Palmolive Almond Milk (Palmolive Badem Sütü deseler olmass). Sıvı bir sabun. Onunla ellerimi yıkadığım anda ne koku varsa direk yok edip üzerine kendi kokusunu monte ediyor. Yumuşak, keskin olmayan, rahatsız etmeyen güzel bir kokusu var. Başka markaları denemedim, memnun olmamın yanı sıra markette baktığım badem sütlü sıvı sabunlar arasında en ucuzu bu oldu genelde.

Başlıktan da farkedildiği üzere bir miktar Büzüklerin Efendisi seyrettim haftasonu. Bir miktar dediğim 11+ saat oluyor, 3 filmin de genişletilmiş halleri. İlk film o kadar değil ama ikinci ve üçüncü filmleri genişletilmiş seyredince daha bi filme benziyorlar. İlk yaptığım gibi, projektörde arka arkaya yemek ve ihtiyaç molaları dışında aralıksız seyredemedim ama yine de güzeldi. Zaten genelde seri filmleri arka arkaya tek film gibi seyretmek sevdiğim bişidir. Evet, merhaba memnun oldum ben a-acayip (şuayip).

Film / TV, Memat, Yimmek | 1 Yorum »
 

Salamlı yumurta

19 Kasım 2005 Cumartesi, 13:29

Yumurtanın beyazı ile barıştıktan sonra, sarısını da özellikle et türevleri ile sevdiğimi farkettim. Sucuklusu, pastırmalısı, kıymalısı — hepsi birbirinden güzel. Güzel ama midemi yormayacak bir sabah kahvaltısı istediğimde fazla gelebiliyorlar.

Bir süre önce Ekin bir sabah kahvaltısı için hindi salamlı yumurta yaptığında salam fikri hoşuma gitti. Güzel olduğu kadar da hafifti kendileri. Sonra kendi damak tadıma göre denemeler yaptım tabii.

İnce halka halinde doğranmış dana macar salamları boylamasına ince doğrayıp teflon tavada yağsız az kavurdum. Salam zaten kendi yağını bıraktı biraz. Üzerine kişi başı iki tane yumurta kırdım (yumurtanın köşedeki büfeden alınmış olması tercih nedeni). Eğer ekmek banarak yumurtanın sarısını pörtletmeyecekseniz, yumurtaları kırdıktan sonra kendiniz şimdiden dağıtın böylece sarısı tavanın (ve salamın) geneline yayılır (nitekim ben öyle yaptım). Üzerine tuz ve karabiber atıp, onun da üzerine rendelenmiş taze kaşar serptim. Kaşarlar eridikten sonra da ocaktan aldım. Gerisini anlatmama gerek yok herhalde :-)

Mide yormayacak etli bir yumurta kahvaltısı olarak favori listemin üst sıralarına fırladı bu hali ile.

Yimmek | Yorum Yok »
 

Seni kara listeye aldım pikaçu!

18 Kasım 2005 Cuma, 16:37

Bildiğiniz kara listelerden değil. Bakın HylaFAX ne dedi :

Nov 18 15:06:57.38: [ 2930]: DIAL xxxxxxx
Nov 18 15:06:57.38: [ 2930]: < -- [12:ATDTxxxxxxx\r] Nov 18 15:06:58.01: [ 2930]: --> [11:BLACKLISTED]
Nov 18 15:06:58.01: [ 2930]: SEND FAILED: JOB 9 DEST xxxxxxx ERR Blacklisted by modem

İlk tepkim “nası yani?” oldu. Senelerce bilgisayarlar arası ana iletişimi dial-up modemlerle sağlamış bir insanım yav. Bir modemin (yazılımın değil) bir telefonu kara listeye aldığını efsaneler dışında hiç duymamıştım.

Hemen Google’a koştum. O da beni Modem-Nasıl dokümanına yönlendirdi. Gerçekten böyle bir kavram varmış, ülke seçimine göre bir kısım modem böyle işler yapıyormuş. Modemi başka ülkelere kaçırasım geldi ama AT komutlarını belleğimin tozlu katmanlarına gömmüşüm artık. Zyxel Comet 3356 olan bu modemin komutları için Zyxel’in sitesini arşınladıysam da, bulabildiğim modemin basın bildirisi oldu. FTP sitesinde PCMCIA kart halinin kullanım kılavuzunu buldum, onda da doğru düzgün bilgi yoktu. Modem-Nasıl’ı tamamlayan bilgiyi ise ModemSite isimli bir sitede buldum.

İleride başkasının başına gelirse, Rockwell çipsetli modemler için at*b kara listeye girmiş telefonları listeliyor. at%tcb de kara listeyi boşaltıp o özelliği kapatıyor. En temizinden %tcb’yi modemin init dizisine ekledim, rahatladım.

Gezegen | 2 Yorum »