Öyle bir seyir defteri…

Kahve Tiryakisi Kurbağa

11 Ocak 2006 Çarşamba, 05:43

Java programlarına karşı olan alerjimi Freemind belki biraz esnetmişti ama paramparça eden Azureus oldu. Arkasına JHylafax eklenince artık Java’dan kaçamayacağımı anlayarak tadını çıkarmaya >8-) çalışmaya başladım.

Azureus benzerlerini birkaç kere katlayan çok başarılı bir bittorrent istemcisi. Dosya indirme yöneticisi vari torrent’lerin önem sırasına dizilebilmesi, torrent başına ve genel alma/gönderme sınırlamaları, torrent içinden seçmece dosya indirebilme, bir dizine konan torrent dosyalarını otomatik kuyruğa ekleme, tracker‘a erişilemezken DHT devreye girmesi, indirmesi biten dosyaların paylaşılması için ayrıntılı ayarlar ve daha niceleri. Torrent yayınlamak için kendi gömülü tracker’ı bile var. Eklentilere girince ise işin sonu yok : RSS‘ten tanımlı kelimeleri yakalayınca otomatik indirmeye başla, biten torrent’leri e-posta ile haber ver, saatine göre tarife, … Bilgi dolu wiki‘si de cabası.

Java olmasının yanı sıra Azureus’un benim için en büyük eksisi bir sunucu olarak arka planda çalışmaması idi. Bittorrent’in de aslında bir servis olduğunu ve o şekilde çalışması gerektiğini düşündüğümden uzun süre benzer istemci/sunucular aradım. BTQueue ile çok yaklaşmama karşın zaman içinde yetersiz gelişimi onu da kullanmamı engellemişti. Sonunda pes etmiştim.

Bugün uzaktan Azureus’a erişmem gerekince konsol arayüzünü kurcaladım. İlk göz attığımdan beri epey gelişmişti, kolayca istediğim işlemleri yapabildim. CVS’ten log4j ve commons-cli jar‘larını indirip Azureus dizinine attıktan sonra,

java -jar Azureus2.jar –ui=console

komutunu vermek yeterli oluyor. Konsol işinden hoşlanınca tabii onu arka planda çalışır, en azından açılış betiklerinden otomatik çalışır hale getirme denemelerine giriştim. Baştan beri hayalim olan istemci/sunucu mimarisinde olamadı tam ama telnet arayüzü ile birleştirince yakın sonuçlar elde edilebiliyor.

java -jar Azureus2.jar –ui=console >/dev/null 2>&1

Tabii böyle kirli bir çözüm yerine Screen kullanmak da bir yöntem. Ben günlük kullanımda oldum olası uyuşamamışımdır kendisiyle.

Gezegen | 3 Yorum »
 

Banka yayınları

10 Ocak 2006 Salı, 12:05

Pandora‘nın haftalık kitap bültenine bakarken Narnia Günlükleri‘nin 2-3-4. kitaplarının yayınlandığını gördüm. Daha önce Türkçe’ye çevrilmemiş miydi zaten diye düşünerek ufak bir araştırma yaptım. Karşıma o bilindik ikili çıktı: “İş Bankası Yayınları” – “Tükendi”.

İlk bu kavramla Modern Folk Üçlüsü’nün bir albümünü almaya çalıştığımda karşılaştım. Ideefixe‘de “Müziğimizde Bir Doğru Nota Öyküsü” CD’sini görüp, “gelince haber ver” dedim saf saf, geleceğini sanarak. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra sabırsızlığım arttı, Kızılay’ın göbeğindeki Yapı Kredi Yayınları‘nın satış yerini hatırladım, çok da ayakaltı bir yerdi. Geçerken bir unuttum, iki unuttum derken sonunda kapısından içeri daldım. Büyük bir hevesle dükkanda oturan kadına sorduğumda “yok” dedi. Ne zaman gelir dediğimde ise “gelmez” dedi. Kendi yayınları olduğunu belirttiğimde ise baskısının tükendiğini, tekrar yakın zamanda basılacağını sanmadığını söyledi. Başka satış yerlerinde bulur muyum çırpınmalarım ise nafileydi.

İş Bankası da, Yapı Kredi de “Kültür Yayınları” adı altında yüzlerce kitap, dergi, müzik CD’si yayınlıyorlar. İnsanın iştahını kabartan bir çeşitlilik söz konusu. Sorun şu ki, bastıkları bir yayını bir daha kolay kolay basmıyorlar. Baskısı tükeniyor, artık piyasada — hatta kendi satış merkezlerinde dahi bulunmuyor. Ama tekrar baskısını yapmıyorlar. Yeni kuşaklara aktarılamadıkça, ilgi duyan herkes ulaşamadıkça o yayını yapmanın ne anlamı kaldı? Emeğe de büyük saygısızlık, o yayınları hazırlayanların yerinde olmak istemezdim.

İnternet ve bilgisayar ikilisi bu anlamda ne büyük bir devrim… Artık isterseniz, ek harcama yapmadan tüm çalışmalarınızı dünyanın dört bir yanındaki insanlara aktarabiliyorsunuz. Tarihin tozlu raflarında kaybolmak zorunda kalmıyor. Sınırlayan biri varsa o artık kendiniz, olanaklarınız değil.

Kitap, Memat, Musiki | 1 Yorum »
 

Şirin

09 Ocak 2006 Pazartesi, 23:46

Pardus‘ta readline‘ın açıklaması olarak “diğer bir şirin konsol kütüphanesi” ifadesini okuduğumda, şirin kelimesi beni benden almıştı. Kim peki bu harikûlade sözün sahibi diye baktım. “Abi” dağıtım Gentoo‘daki ifadenin birebir çevrildiğini, Gentoo’daki paket yapanın marifeti olduğunu farkettim. Bir kütüphane, hem de bir konsol kütüphanesi nasıl şirin olabilirdi ki? (Fakir ama gururlu bir kütüphane vardı diye karşıma gelecek bir gün.)

“Şirin olacaksa öyle değil böyle olur” dedirten bir uygulamayla karşılaştım bugün. Slackware‘in paket yönetim sistemi yok diyen insanlara adanabilir. SlackIns, sistemde konsol tabanlı hali hazırda tutulan birçok bilgiyi harmanlayan bir QT tabanlı grafik arayüzü. Elimizle değil gözümüzle bakalım :

   

Gezegen | Yorum Yok »
 

Dresden -> Drechsler

09 Ocak 2006 Pazartesi, 22:56

Dresden’deki bir arkadaşımla konuşuyordum, Dresden kelimesi durduk yerde geçmişten “Hayka Dresden” sesini yankılattı. Koşan açık mavi formalı, sarışın bir bayan atlet kafamda canlandı. Google’a ve Wikipedia’ya koşturdum, tabii Dresden diye havamı aldım, “Hayka” kelimesinin Almanca yazılışını öğrenip üzerine Doğu Almanya bindirmesi yapınca buldum : Heike Drechsler.

Koşarken hatırlamam normal, uzun atlamacı ve 100/200m koşucusu imiş. Bir zamanlar TRT’den nasıl da izlerdim atletizmi. 80’lerin meşhur birçok atletini iyi bilirdim. Sotomayor vardı mesela bir de… İsmi bile ayrı bir karizmatik adamın. Şimdiki atletlerin çoğunu tanımıyorum artık.

Tenis farklı mı sanki… Grand Slam turnuvalarının hemen hepsini en azından çeyrek finalden itibaren maç kaçırmadan izlerdim. İngiltere ile aramızda 2 saat fark olduğunu ilk o sayede öğrenmiştim.

TRT3’te yoğun biçimde tekrarlarıyla spor yayını yapılıyor ama zengin alternatifler ve yoğun tempo arasında zaman ayır(a)mıyorum bile. Durdurun yaşamı inecek var! (çizgi romanda feryat balonu şeklinde) diye hissettiriyor bana.

Genel | Yorum Yok »
 

Dayanılmaz sohbetler 3

06 Ocak 2006 Cuma, 15:30

FCH dayanılmaz sohbetlerinde geçen bölümler : 1, 2

Ekin : Masaüstüne sağ tıklayınca çıkan menünün adı neydi? Önümde açık değil de.
Löker : Context menu
Ekin : Türkçe anlatıyorum, context menu diyecek halim yok ya. Menü değil, masaüstü ayarlarının yapıldığı bölüm.
Çağlar : Masaüstünü yapılandır
Löker : Biri de kahve yapılandırsa?

Gezegen | Yorum Yok »
 

İşte bu yahu!

05 Ocak 2006 Perşembe, 17:47

Damardan bilgisayara ve oradan da internete bağlı bir insan olarak kitap alışverişlerimi de internetten yapmayı seviyorum. Alacağım kitapları ayrıntılı araştırabiliyorum. Kitabın yazarı ve diğer kitapları hakkında bilgi topluyor, kitabın eleştirilerine göz atabiliyor, farklı kitabevleri ile fiyat karşılaştırabiliyorum. Birkaç kitap alınca zaten kargo ücreti de almıyorlar, hatta kredi kartlarına taksitlendirme yapıyorlar. Bir kitap birinde yoksa, diğerine yönelebiliyorum.

Teorik olarak kitabı sipariş verdikten sonraki ilk iş saatinde siparişimin işleme konulması gerekiyor. Yani stokta kitap varsa hemen paketlenip kargolanacak ve bir gün sonra elimde olacak. Stokta yoksa yine elinde olduğu bilinen toptancıdan istenecek ve bir gün sonra ele geçen kitap(lar) alınarak kargolanacak. Bu senaryoda da iki gün sonra elimde olacak. Hem de hiç yerimden bile kalkmadan.

Teoride konforlu olan bu düzen, kitabevlerinin hızlı çalış(a)maması nedeniyle sekteye uğruyor. Bazen stokta görünen kitabı bile aynı gün yerine bazen bir-iki gün sonra kargoya veriyorlar. Stokta olmayan kitabı ise… artık ne zaman olursa. Mutlaka bir kitabın başka bir yerden getirtilmesi zaman kaybettiriyordur ama bunların yönetilebilir olması gerekiyor. Oysa daha düzenli ve sistematik işletseler sistemi, bu konforun bağımlısı olur insan.

Bugün olması gereken oldu. Gece 00:06’da siparişini verdiğim iki kitabı Pandora bana saat 15:44’te kargoya verdiğini haber verdi. Kargo parası yok, 6 takside bölünüyor. Yarın sabah da kitaplar kapımda olacaklar. Keyfe bak… İnsan daha ne ister ki? Keşke hep böyle olsa.

Kitap | Yorum Yok »
 

Tatlı KDE entegrasyonu

05 Ocak 2006 Perşembe, 16:57

Yüce odyofil, güzel dost İlkay kendisinde fazla olan mepeüç çalarını bana verdiğinden beri fena halde eski günlerimdeki yürür-dinler halime geri döndüm. Dijital müzik arşivimden seçmelerin yanı sıra bazen müzik CD’lerinden de yükleyesim geliyor. Amaan, şimdi kim bunu sıkıştırması ile uğraşacak deyip bir kenara atıyordum.

Derken KDE 3.5 ile beraber gelen tam benlik bir özellik farkettim. Müzik CD’sini takıyorsunuz makinaya, yeni bir pencerede aç diyorsunuz. Konqueror’da tıpkı bir veri CD’si gibi açılıyor. İçinde klasik wav dosyalarının dışında klasörler göze çarpıyor :

Hangi dosya biçiminde istiyorsanız (OGG, MP3, FLAC, …) o dizinin içine giriyorsunuz :

Müstakbel dosyalar olarak artık görüyorsunuz. FreeDB‘den albümün bilgileri de alınmış durumda. Tek yapmanız gereken onları işaretleyip sabit diskinizde istediğiniz dizine kopyalamak. Kopyalama sırasında müzik cd’si -> dosya biçimi dönüşümünü de arka planda size göstermeden yapıyor.

Gezegen | 2 Yorum »
 

Uriah Heep Strikes Back

05 Ocak 2006 Perşembe, 15:02

Daha önce de olmuştu. Sweet Freedom, Return to Fantasy, Demons and Wizards derken bindik bir alamete gidiyoruz. Magician’s Birthday yolda…

Musiki | Yorum Yok »
 

Braille aromalı Google

05 Ocak 2006 Perşembe, 04:24

Google‘ın kendi logosunu özel günlerde şekilden şekile sokmasının müdavimlerinden biriyim. Ne kadar başarılı bir fikir… Sayfayı monotonluktan kurtarıyor, kurum logosunu insanlara sevdiriyor, değer verdikleri konuları vurgulama olanağı da cabası.

Bugün Google’ı Braille sisteminde yazılmış görünce bir kez daha takdir etmeden geçemedim. Görme engellilerin okumaları ve yazmaları için özel bir metot geliştiren Louis Braille‘in doğum günüymüş bugün. Ben de bu bahane ile Braille genel kültürümü biraz geliştireyim dedim.

Louise Braille 4 yaşında her iki gözünü de kaybediyor ama okula gitmeye devam ediyor. O dönem öğretilen Haüy sisteminde harfler kağıdın bakır tele bastırılmasından oluştuğundan çocuklar yazmayı öğrenemiyorlardı. Braille 13 yaşındayken okulu Charles Barbier isimli bir eski asker ziyarete geliyor ve kendi geliştirdiği “gece yazısı”nı anlatıyor. Napoleon’un isteği üzerine askerlerin ışıksız ortamlarda sessiz olarak haberleşmelerini sağlayan gece yazısı, çok karmaşık olduğu için askerler tarafından öğrenilememiş. Braille hızlıca gece yazısını kavrayıp onu geliştirmeye başlıyor. 15 yaşını bitirirken Braille sistemi tamamlıyor. Barbier’in 12 noktalı sistemine karşın Braille sadece 6 nokta kullanıyor ve sesler yerine harfleri temel alıyordu. Üstelik sadece okumak için değil, yazmak için de kullanılabiliyordu. Braille daha sonra matematik ve müzik notasyonlarını içerecek biçimde sistemini geliştirdi. 1827’de, 18 yaşında metodunu anlattığı ilk kitabını yayınladı.

Braille sisteminin önemi ancak o öldükten yıllar sonra anlaşılabildi. Yaygın dillerin hemen hepsine adapte edildi ve görme engellilerin iletişim için kullandıkları en yaygın metot oldu.

Gezegen | 3 Yorum »
 

Ben kendimi iyi hissediyorum doktor, ya sen?

05 Ocak 2006 Perşembe, 02:30

Yolda dinlemek için müzik arşivime göz gezdirirken dinlediğim ilk rock albümüne gözüm takıldı. Pek nostaljik olduğum bugünlerde onu dinlemeden geçemedim.

Ortaokul son sınıftaydım. Beraber okul servisine aynı yerden bindiğimiz, daha sonra hayatımın önemli parçalardan biri olan Shades ile beni tanıştıran Ersan isimli bir arkadaşımdan almıştım. O zamandan sonra yavaş yavaş zehirlenerek bugünkü ucubeye dönüştüm :-)

Mötley Crüe özel olarak beğendiğim gruplardan değil, hatta o dönem başka albümleri de ilgimi çekmedi. Ama Dr. Feelgood albümünün ve içindeki aynı isimde o güzel parçanın bende hep ayrı bir yeri oldu. Müzik setinde dinleyişimi, kaset kapağını ve Ersan’la beraber sabahları servis bekleyişimizi film kareleri gibi hatırlıyorum.

Musiki | Yorum Yok »