Öyle bir seyir defteri…

Ağlamak istiyorum sayın seyirciler

16 Haziran 2005 Perşembe, 12:56

Aylar sonunda caponumuza ulaşıp derdimizi anlatmayı başardık, Sylpheed’de Türkçe yerelinde ı-İ çeviriminden kaynaklanan multipart/mixed mesajları okuma derdi çözüldü.

“A bug where MIME headers were not properly parsed on some locales (such as Turkish) was fixed.”

http://freshmeat.net/releases/199042/

Gezegen | 2 Yorum »
 

Gönüllü özgür yazılım projesi finansmanı

14 Haziran 2005 Salı, 09:54

Gönüllü özgür yazılım projelerinin finansmanının sağlanması ile ilgili (uzun) bir makale. Bu alandaki farklı yaklaşımlar, (yarı) profesyonel gönüllü ve benzeri kavramları artıları/eksileri ile incelenmiş :

http://mako.cc/writing/funding_volunteers/

Gezegen | Yorum Yok »
 

Fırında mücver

09 Haziran 2005 Perşembe, 12:23

Bir yıl önce yemek hayatımı baştan aşağı değiştirdiğimden beri, kızartmalardan olabildiğince hızla kaçmaya özen gösteriyorum. Kızartmasız hayat olur mu, oluyor valla… Pek sevdiğim kabak mücverini yağda değil fırında yapıyorum bir süredir. Beyaz un olmasın tam buğday unu olsun, ağır oluyor yumurta/un daha az koyayım, yaw üzerine kaşar rendelesem derken dün en verimli sonucu almayı başardım. Pek hafif, pek de lezzetli oldu.

9 kabak (orta-küçük — 1 kg), 2 soğan (orta-küçük), 3 yeşil sivri biber, 1 demet dereotu, 1 demet maydonoz, 5 yumurta, 5 kaşık tam buğday unu — hepsini bir güzel lime lime edip, tuz ve karabiber katkısıyla karıştırdım. Sona fırın tepsisine olabildiğince ince bir katman olarak döktüm. Böyle yapınca 1.8 tepsi çıktı. Kabaklar biraz daha büyük olsa ya da sayısı az daha fazla olsa tam iki tepsi olur herhalde. Tepsilerden birinin üzerine taze kaşar rendeledim, her ikisini de fırınladım.

Böylece iki farklı tat, iki farklı lezzet oldu. Sade olanı sarımsaklı yoğurtla pek keyifli. Hafif de epey. Diğeri ise — kaşarı yeter yaw!

Ah, ah, bir de Portakal Ağacı kadar güzel yemek fotoğrafları çekebilsem… :-)

Yimmek | 10 Yorum »
 

Gerçek klavyelerden kimler kaldı?

09 Haziran 2005 Perşembe, 11:17

Dün yaptığı çay banyosundan sağ çıkamayan 95 tuşları yerinde uzun bir boşluk tuşuna sahip olan (ve hala kullanabildiğimiz) nadir klavyelerimizden biri (daha) gitti. Bir-iki yıl önce kaybettiğimiz 12 yıllık IBM klavye kadar acıtmadı ama bunu da çok severdik.

Yaşasın uzun boşluk tuşları, Windows tuşlarına ölüümm!

Gezegen | 6 Yorum »
 

Yaz gelsin artık…

31 Mayıs 2005 Salı, 20:03

Evet, kağıt üzerinde 3 saat sonra yaz gelmiş olacak. Şunu bir de pratiğe döksek ne güzel olur. Yağmurlar dinse, mangal keyfi yapabilsek. Komşunun arka bahçedeki kirazları iyice kızarsa, bizim bahçeye düşen dallardan nasiplensek. Tabii vişne ve kayısı ağaçları da var yolda ama kiraz ilk haberci. Şöyle güzel güzel meyvalarımız olsa — kiraz, üzüm, karpuz, şeftali, miyam… Şeftali derken bile ağzım sulandı. Taze taze nanelerimiz olsa, domatesler lezzetli olup çok ucuza kilo kilo alıp salata yapsak. Patlıcaaan… Küçükkene hiç sevmezdim, sonra pişince içinin sarımsaklı yoğurtla karışınca ne güzel bir hal aldığını farkedince, vazgeçemez oldum.

Gel yaz gel diye diye bugün ilk yaz açılışını yaptım. Domates, soğan, sivri biber, nane, zeytin yağı (az) ve nar ekşisinin (bol) karışımından oluşan leziz bir salata… Tabii daha tam yaz gelmediğinden o kadar lezzetli olmadı ama güzel günlerin habercisi oldu.

Geliyor, geliyor, az kaldı…

Yimmek | 2 Yorum »
 

Kablo blues

14 Mayıs 2005 Cumartesi, 13:21

Şenlik yaklaşırken Ekin geçen seneden beri bir senedir hiç dokunulmamış kablo kolilerine girişti. Tek tek her kabloyu ayırıyor, tutkal haline gelmiş yapışkan bantlarını (kutularken bantları üzerlerinden çıkarmayanlara saygılar sunarak) çıkarıyor, kabloları bezle silerek yapışkanları temizliyor. Yetmedi, bir de her kablonun hala çalışır halde olduğunu test edip, geri toplayarak koliye yerleştiriyor.

Ekin

Gezegen | 1 Yorum »
 

FCH’tan robot manzaraları

05 Mayıs 2005 Perşembe, 23:36

Gürersan ve Merihliler, robotları ile beraber akşam saatlerinde vardılar. Pek mesut ve mutluyuz.

Beş-beş-beş.

Gezegen, Memat | Yorum Yok »
 

Eğlenceli diyaloglar

02 Mayıs 2005 Pazartesi, 16:19

Linux Kullanıcıları Derneği için Çarşamba günü Ankara Polis Akademisi‘nde “Linux nedir? Yenir mi?” ve “Linux Masaüstü Dünyası” seminerleri veriyor olacağım (2 film birden kuşağında…). Sağolsunlar araçla gelip alarak daha sonra da geri bırakacaklar. Bu konuda telefonda söyle bir diyalog geçti aramızda :

– Tamam, Güvenpark’ın önünden alıyorsunuz o zaman. Araba nasıl bişi olacak, aracı görünce tanıyabilmem babında?
– (Sessizlik) Yani… Polis arabası olacak gelen?
– E… iiii…. (Segmentation fault)

Gezegen, Memat | 3 Yorum »
 

Ne kadar saçma ve keyifli bir oyun…

26 Nisan 2005 Salı, 00:42

Saatlerimi basketbol maçlarını izleyerek geçirirken arada bir düşünceler alır beni. Saha içinde 10 kişi bir topla beraber deliler gibi koşturup, topu havaya asılı bir sepetten içeri sokmaya çalışıyor. Bunda uzmanlaşmak için sürekli çalışan birçok oyuncu, keyif alan dünya kadar seyirci. Süssüz biçimde, çıplak olarak bakıldığında ne kadar acayip geliyor.

İşte o acayip insanlardan biri de benim. Üniversitede basketbol hakem adayı arkadaşlarımın katkılarıyla bir tutku haline gelen basketbolu izlerken saatlerin su gibi akıp geçtiğini farkedemiyorum bile.

Basketbol | 4 Yorum »
 

Baylan Baylan hey…

14 Nisan 2005 Perşembe, 22:26

Son zamanlarda İstanbul’a çok gel-git yapmama karşın koşturmaktan keyif yapacak vakit bulamamıştım. Son gittiğimde ise az bir süre de olsa Didem’le Kadıköy’de dolaşma şansımız oldu.

İlk gece Moda ikilemesi, Kırıntı ve sonrasında Ali Usta yaptık. Kırıntı’nın etli dürümü hatırladığım kadar lezzetli gelmedi. Kırıntı’nın etli dürümü mü değişti, benim damak zevkim mi bilmiyorum.

İkinci gün Durak Büfe’de çook gecikmiş bir açlık bastırma eylemini pide dönerle yaptıktan sonra tramvaya bindik ve ver elini Bahariye…

Bahariye’yi ayrı bir severim. Yürürken hafif hafif deniz esintisi tüm vücudunuzu sarar. Kadıköy Halk Eğitim’de güzel konserler, tiyatro oyunları olur. Cem Mansur yönetimindeki Akbank Oda Orkestrası’ndan dinlediğimiz güzel bir Şostakoviç konserini hatırlarım. Geceleri birbirinin dibindeki n tane sinemadan birine az gitmemiştik. Gece sinemadan çıktıktan sonra boğaya doğru aşağı inerken sağda kalan Ankara Pastanesi’nin bozası ve tavuk göğsü ayrı bir güzeldir. Bunların belki hiçbirini yapamadık ama en azından Sayla’da mantı ve çiğ böreği ıskalamadık.

Günün sürprizi ise Baylan Pastanesi oldu. Yüksek tavsiyelerle Kup Griye yedim. Ballı, karamelalı yiyeceklerden hiç hoşlanmama karşın; çok hoş, farklı bir lezzeti vardı o dondurma kupunun. Gözüm ise kocaman “Adisebaba”da kalmıştı. Çan şeklinde, kocaman, üstü tamamen çikolata kaplı bir pasta görünümünde idi. Bir dilimi yerine topunu alıp ev sahiplerimizle beraber yemek üzerine yanımızda götürdük. Onun da pek mutluluk verici olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde.

Giriş, gelişme, sonuç üçlemesinin sonuncusunu oluşturması için buraya bir şeyler yazmam gerekiyordu, bu cümlenin de o işe yaradığını umuyorum.

Memat | 1 Yorum »