Öyle bir seyir defteri…

Davranışbilim

27 Ekim 2005 Perşembe, 02:35

Akşamın ilerleyen saatlerinde derneğin gün içinde spontane belirlenen idari kurul toplantısından çıkmış ve Kavaklıdere’den Kızılay’a doğru gün boyunca giyme fırsatı bulamadığım paltomu elimde taşıyarak yürüyordum. 20-30 yaşlarında bir adam bana yaklaşıp yolda kaldığını belirterek az bir para istedi. Bu konularda sahtekarlık diz boyu olduğundan kuru/yaş ayrımına kasmadan hiçbirini dikkate almam normalde. Ne oldu anlamadım, kendimi adamı dinlerken buldum. Pek tanıdık gelen bir siması, yine tanıdık gelen dostça bir sesi vardı. Kendimi bir anda söylediklerinin/istediklerinin anlamını sorgulamadan cüzdanıma elimi atıp ona 2 YTL verirken buldum. Hareketimi sonrasında da anlamlandıramadım. Güven duyduğumdan da değil. Charisma+5 bir tılsım falan mı taşıyordu anlamadım ki… Kendime şaştım.

Memat | 1 Yorum »
 

Zavallı ATM

27 Ekim 2005 Perşembe, 01:41

Bugün ilk defa toplu taşıma ile Bilkent’e gittim. Löker‘in yoğun yardımları sayesinde pek optimize oldu (Erdinç sana da öğretiim mi?). Yürürken yolumun üstünde bir Garanti Paramatik’i görünce pek sevindirik oldum. Cebimde az para vardı, geç kalma koşturusundan para çekememiştim. Tabii havamı aldım.

Benim bankaları ne kadar sevdiğimi bilenler, bunun ATM’lerde başıma gelen ilk eğlence olmadığını tahmin edeceklerdir. “Start” çubuğu çıkan bir İş Bankası ATM’sini aç/kapa artema bile yapmıştım (sonra açılan istemcinin bulduğu javascript hataları üzerine bana yönelttiği soruya javascript’i boşver demem çok yanlış olmuştu, o ayrı). Ne diyem, ATM’leri bu hallere düşürenler utansın…

Gezegen | Yorum Yok »
 

Sliding Doors oldum

27 Ekim 2005 Perşembe, 01:17

Seneler önce Sliding Doors (Kayan Kapılar) isimli bir filmin VCD’sini o dönem çalıştığım işyerinin patronundan alıp izlemiştim. Şaşkınlıkla birkaç hafta sonra sinemalara gelmesine tanık oldum (eski bir film sanmıştım). Sonra televizyonda da oynadı.

Çok ahım şahım bir film olmamasına karşın beğendiğim bir fikir üzerine kurulu. Filmin ana karakteri olan kadın işinden kovuluyor, evine dönüş yolunda koşarak bir metroya yetişmeye çalışıyor. Bir sahnede başarıp metroya binebiliyor, diğerinde ise önüne çıkan bir çocuk yüzünden tökezliyor ve metroya yetişemiyor — metronun kapıları kayarak suratına kapanıyor. Film bundan sonra ikiye bölünmüş biçimde ilerliyor ve kadının metroyu yakalayıp yakalayamaması üzerine kadının yaşamı iki farklı rotada gidiyor. Filmin sonu bende büyük hayal kırıklığı yaratsa da, o kısmını yok sayıp filmi severek hatırlamaya devam ediyorum :-)

Bugün benzer bir sahne ben yaşadım. Geç kalmıştım, koşarak metroya yetişmeye çalışıyordum. Daha metronun girişinde yaşlı bir adama çarpıp (dönüp binlerce kere özür dileyip) içeri daldım. Bileti bastım, merdivenleri indim, derken kapılar kapandı ve dışarıda kaldım. 15:00’te geçecek olan otobüsü yakalamam için o metroya binmem gerekiyordu ve gözümün önünden uzun zamandır anımsamadığım o film geçti. Otobüsü yakalayamadığım için yarım saat, bir saat gecikecektim; bütün günüm ona göre kayacaktı, bunlar nelere yol açacaktı? Acaba o metroya binsem farklı neler gelişecekti? Hayatta her gün verdiğimiz bir sürü karar acaba hayatımızın akışını nasıl etkiliyor?

Oradan hoop başka bir anıya atladım. Küçükkene oturduğumuz evden Seğmenler Parkı‘nın içinden geçen 20-25 dakikalık bir yürüyüşle vardığım British Council‘in kütüphanesini sürekli ziyaret eder, kitap ödünç alır okurdum. Bir ara sardığım bir seri kitapta, sayfalar doğrusal gitmiyordu. Her bölümün sonunda okur olarak bir seçim yapıyordun ve ona göre x. sayfadan ya da y. sayfadan okumaya devam ediyordun. Farklı lezzette bir yaklaşım.

Düşüncelerimden beni kurtaran gelen yeni bir metro aracı oldu, kapı kenarı (ve kol dayanabilen) yerime kuruldum ve kitap okumaya başladım. Metroyu kaçırmama rağmen, pikaçu kibin uçaraktan 15’teki araca yetiştim.

Film / TV, Memat | 3 Yorum »
 

Güle güle Slamd64, özlemişim seni Slackware

26 Ekim 2005 Çarşamba, 03:10

Uzatmaları oynayan bir Slamd64 macerasına son noktayı koydum. Slamd64’ün niye “resmi olmayan” Slackware portu olduğu da anlaşıldı. 64-bit derlemenin yarattığı birçok sorunla uğraşmamış, direk olduğu gibi bırakmış. Birçok ek paketi kurana kadar patlıcan oluyorsunuz. Hazırlayanın gerek olmamasına karşın kendi zevkine göre eklediği paketler var (nem kaptım, ne vaa). Portla kalmamış yani, ufaktan aba altından fork gösterme de var. Patrick baba ben ettim, sen etme >8-).

Her tür abidik kubidik yazılımın 64-bit derlenmesine ilişkin en sağlam çalışmaları yine Gentoo yapıyor gözüküyor. Boş vakit denkleştirdiğimde, disk bölümü hazır bekliyor, (tekrar) girişeceğim.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Aşil tendon

25 Ekim 2005 Salı, 23:31

Ayak bileğimizin arkasında, topuğun üzerinden baldıra bağlı duran acayip gergin ve güçlü bir tendon var, ona “aşil” tendon deniyor. Tıp terimlerden anlamayan biz alelade halkın bilebildiği nadir terimlerden kendisi.

Bugüne kadar ismini mitolojideki Achilles (Fransızca okunuşu bittabii) karakterinden aldığını bilmiyordum. Annesi oğlu ölümsüz olsun diye onu Styx ırmağında yıkıyor. Ancak suya sokarken ayak bileklerinin arkasından arkasından tutuyor ve o kısma sonra özel olarak ıslatmayı unuttuğundan Achilles’in ayak bileklerinin arkası onun tek zayıf noktası oluyor.

İyi ki varsın Wikipedia.

Genel | 2 Yorum »
 

CD’leri yoksa DVD kullansınlar

25 Ekim 2005 Salı, 10:48

Nankör teknoloji… Bundan çok da uzun olmayan zaman önce kilolarca CD alırdık. Şimdi etrafımda ISO basmak için bir tane boş CD bulamadım! Boş DVD desen n tane var. Dolapların karanlık köşelerinde fi tarihinde elimizde patlayan “City Life” CD’lerini buldum, onları deneyeceğim. Bir sistem yüklemelik dayansa yeter…

Gezegen | Yorum Yok »
 

İlkel ve vahşi bir albüm

19 Ekim 2005 Çarşamba, 12:28

Yok öyle değil. Albümü internette araştırdığımda gördüğüm “primitive” ifadesindeki ilkelliği, bugünkü insanın daha içgüdüsel hareket ettiği dönemleri olarak düşünmüştüm. Sonra acaba okul balosunda çalan arkadaş grubu tadında bir amatörlükte mi diye düşündüm.

Hiçbiri değil. Albümü sadece iki tane mikrofonla, hi-fi falan olmadan kaydetmişler. Demo kaydı gibi düşünebilirsiniz. Arada kaybedilen sesler insanın içini cız ettiriyor. Eloy ile Wishbone Ash karışımı bir tat. Biraz daha çiğ.

Grave, 70’li yıllarda Almanya’da Bremen yakınlarında çalan bir konser grubuymuş. Valla konserlerinde olmak isterdim. Artık zaman makinası ile turistik gezi teknolojisinin icat edilmesini talep ediyorum.

Musiki | 1 Yorum »
 

Laylaylay Vakıf dörtlemiş

19 Ekim 2005 Çarşamba, 09:29

Yok bu vakıf o vakıf diil… Keyif.

Ve seyirciler ayakta… “Beş beş beş” diye tezahürat yapıyor.

Film / TV | Yorum Yok »
 

Ankara’dan sabit menüler

19 Ekim 2005 Çarşamba, 00:29

Bazı yerlere sık gitmiyorum ama gittiğim zaman da n çeşit yemekleri olmasına karşın gidip sürekli aynı yemekleri yediğimi farkettim. Aslında farklı tatlar araştırmayı çok severim ama bunlar o kadar lezzetliler ki…

Yeşil Nalın (Portakal Çiçeği) : Tulum peyniri, patlıcan salatası ve lokma kebabı[1].

Beyaz Beyaz (Selanik sonu) : Amasra salatası (mısırsız) ve kılıç şiş.

Quick China : Mayonezli yengeç eti salatası ve karışık deniz mahsülleri[2].

Kyma : Akdeniz salatası (mısırsız ve zeytinsiz) ve gondol kebabı[3].

[1] : Sarma beyti düşünün ama onun lavaşa değil de incecik yufkaya sarıldığını, dik olarak bir güvece yerleştirildiğini, üzerine (dik kısmına) ali nazik sosu konduğunu ve kaşar eritildiğini düşünün. Sarmalardan arta kalan alan da domates ve kaşar rendesi kaplı. Lokma lokma mideye indiriniz.

[2] : Karışık deniz mahsülleri deyip geçmeyin. Tüm yemeği kapsayan acayip lezzetli bir sos. Kızartılmadan yapılan bir kalamar ki, o sosla karışınca süt gibi tat veriyor. Kızartma ambalajı (galeta unu, yumurta, vs) olmayınca kalamarın tadını alabiliyorsunuz. Karides, mevsim balıklarından parçalar, midye, mantar, çeşitli ot ve sebzeler…. nam nam nam. Düşünmesi ile insanın damağını heyecanlandırıyor.

[3] : Dana ve tavuk eti ile mantar küçük parçalar halinde lezzetli bir sos ile güveçte buluşuyor. Bir de fırındayken kaşar eriyor tüm bunun üzerine ama kaşar olmasa bile çok lezzetli. Hafif yemek isterseniz kaşarsız, “yetki: full” yemek isterseniz kaşarlı yiyiniz.

Yimmek | Yorum Yok »
 

Dudak ısırınca tatlı yemek

18 Ekim 2005 Salı, 14:48

Yalan… külli yalan. Dudağını ısırınca dudağın şişiyor, şiştikçe tekrar ısırma olasılığın artıyor, şiş halinde ısırınca daha çok canın yanıyor. Öz-be-özyineleyen bir döngü şeklinde devam ediyor. Böhü.

Memat | Yorum Yok »