Öyle bir seyir defteri…

Bugün Wikipedia için ne yaptın?

04 Ocak 2006 Çarşamba, 13:12

Radikal Gazetesi’nin teknolojik olmayan 3. sayfasında bu haberi görünce ne yalan söyleyeyim çok şaşırdım. Haberin içeriğini okuyunca daha da keyiflendim. Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinde kaymakam Wikipedia ansiklopedisinin Türkçe içeriğini geliştirmek için öğretmen ve öğrenciler arasında çalışma başlatmış. Her öğrencinin 10, her öğretmenin 100 Türkçe madde hazırlayarak göndermesi hedefleniyor.

Yapan ne güzel halkının yararına somut ve kalıcı çalışma yapıyor. Orta dereceli okullar sana diyorum, üniversiteler sen anla…

Gezegen | 2 Yorum »
 

Günlük macerası başlıyor

04 Ocak 2006 Çarşamba, 09:59

————————————————————————————
19 Mart 1998 Perşembe

Bugün Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı” nı bitirdim. Uzun zaman olmuştu kalemi kağıdı elime almayalı. Kitabın sonuna doğru geldikçe, ben de yazmalıyım diye düşünmeye başladım. Kafamda ne çok şeyin değiştiğini ve şekillendiğini düşünmeye başladım. Öte yandan Rush’ın “The more things change, the more they stay the same” sözü aklıma geliyor.

Metroda gide gele kitap bitmişti. Hiç evde oturup okumamıştım. Vaktim yoktu, ama yaratılabilirdi. Belki de Mustafa İnan’la bir günün başlangıcında ve bitişinde karşılaşmak hoşuma gidiyordu. Bilmiyorum. Ama beni çok



Kitabın sonu geldikçe sabırsızlanıyordum. Bitse de evime gitsem ve işe koyulsam diye. Metro Batıkent’e varmıştı ama ben bitirmek istiyordum kitabı. Bir banka oturup okumaya devam ettim. Üstelik walkman’imin pili de bitmişti (sanki çok önemliydi!) ve soğuktu tahmin ettiğimin aksine. Şu satırları yazarken bile çok heyecanlı ve sabırsızım. Aman düşünceler kafamdan uçmadan yazıya dökebileyim diye. Teksir kağıdına da olsa yazmaya başlamıştım ya, önemli olan buydu. Hep başlayamadığımdan bitirememiş değil miydim? Hayır aslında birkaç kere yazmaya başlamıştım. Ama kendimce aptal ve katı kurallar koyduğumdan yazmayı bırakmıştım sıkılıp. Ne kadar da hamım. Kolum şimdiden


Kitabı bitirdikten sonra aceleyle eve varmaya çalışıyordum. Kafamda yazmaya başlamıştım bile. Ama olmaz ki, nasıl yazıya dökeceğim bunları, biraz sabretsene. Olmaz, durmam. Zar zor eve vardığımda hızla kendimi yukarı atıyordum. Ama önce kombiyi açmaya bodruma ineyim. İnerken düşünüyordum basketbol oynasam mı bilgisayarda diye? Hadi len! Gene kaçacaksın değil mi? Ama, ama, hayır. Ben oynamaktan zevk alıyorum, mutlu oluyorum, mutlu olmaya ihtiyacım var. Peki 1.5 saatinin bir maça gitmesine değiyor mu? Şimdi yazmaya başlayamazsan ne zaman başlayacaksın? Ne zaman misyonuna kaldığın yerden devam edeceksin? Kimse hayatın sana kötü davranmasını dinlemez. Ağlaşarak mı kendini avutacaksın?

Bu arada Gölge geldi. Camda miyavlıyor. İçeri aldım, hemen kucağıma çıktı. Son 2 yılımı paylaştığım dişi. Beni epey özlemiş galiba. Yazı yazmamı bile istemiyor. Yoksa kırmızı kalemle mi ilgileniyor? Yoo, ağzıma doğru hareketleniyor sürekli. Üç Ayak’tan fırsat bulamadık tabii günlerdir. Belki de iyi oluyor, yok yok iyi oluyor, sonra bana çok tabi oluyorsun. Güzelim benim, ben de seni özlemişim. Ağzın tavuk kokuyor. Dışarıdaki kemiklerden yedin herhalde. Eh, napalm Üç Ayak bey taşıyor tavukları her tarafa, böyle ev mi olur? Her tarafa tüylerin düşmeye başladı. Kağıt toptan tüy oldu :-). Tüy dökme mevsimi tabii. Hop kucaktan aşağı, kalorifer sefasına.

Kitabın sonuna yaklaştıkça, yazı fikirleri kafamda şekilleniyordu metroda. Bu arada dönüp düşününce, amma da çok atlayarak yazıyorum. Bir yerden bir yere atlıyorum kafamda, bunu yazmıyorum üstelik. Okuyan nereden bilecek? Ben nereden bileceğim bir daha okuduğumda böyle kötü bir hafıza ile? Zaten onun için yazmıyor muyum? Belli şeyler kaybolmasın ben unutunca diye. Paragrafın başındaki cümlenin sonuna, son anda farkedip “metroda” kelimesini eklemesem kim ne anlayacak? Off. Yazma konusunda epey yolum var galiba. Ama bu sefer yılmak yok.



daraltmıyorum kendimi. Aklımdakileri, düşündüklerimi, onları kaybetmek istemediğimde kağıda dökeceğim. O zaman bilgisayarda yazmak daha akıllıca değil miydi? Hem işyerinde de yazabilirdim. Hem kaybetme, yıpratma korkum olmazdı, birçok kopyasını çıkarırdım. Ama uzun zamandır kaçmaya, uzaklaşmaya çalıştığım o değil mi? Yani bilgisayar. Bir de onun eline bunun gibi büyük bir koz daha mı vereceğim?

Şu kola’yı da bırakamadık gitti. Hem cüzdanımı anormal sömürüyor, hem de beni. Bağımlısıyım resmen ama kurtulmak ister gibi bir halim yok. Aslında var da, istemiyorum koy yan cebime gibi bir şey. Tamam alternatifler




—————————————————————————–

Memat | Yorum Yok »
 

Morphine

04 Ocak 2006 Çarşamba, 01:04

Elektrogitar baskınlığı olmayan özgün bir tını. O olmayınca doyasıya bass. Fazla caza kaçmadan rock tadında yaşanan bir saksafon keyfi. Yumuşak bir vokal. Daraltmayan bir karanlık.

Morphine‘i senelerdir bıkmadan dibim düşerek dinliyorum. Bu akşam da bana yolda ve evde eşlik etti.

Musiki | Yorum Yok »
 

Julian Jay Savarin

03 Ocak 2006 Salı, 12:11

Waiters on the Dance albümünü dinliyordum. Hafif Cressida, hafif Renaissance, biraz da Hawkwind’in zuzay etkisiyle uçuran bir albüm. Daha fazla bilgi toplamak için internete yöneldim. Tüm albüm tek bir konu etrafına kurulmuş. Herhangi bir konuyu değil, bir bilimkurgu kitabını anlattığını öğrenince şaşırmıştım. Ama müziği besteleyen ve albümde klavye çalan kişinin aynı zamanda kitabın yazarının kendisi olduğunu öğrenince küçük dilimi yutacaktım. Kitabı bulup okuyup, bir de onun ışığında albümü tekrar dinlemek çok isterim.

Musiki | Yorum Yok »
 

İlk Linux sunucum

02 Ocak 2006 Pazartesi, 16:38

MySQL gezegeninde Jeremy Zawodny’nin ilk web sunucusunu anlattığı günlüğünü okuyunca kendi ilk internet sunucumu hatırladım. O dönem çalıştığım işyerimdeki masa sehpamı depodaki kullanılmayan bir bilgisayar ile çiftleştirerek oluşturmuştuk.

Sehpa deyip geçmeyin tabii, üç ayrı kasanın birleşiminden oluşan bir mimarisi olan ve uzun senelerdir çalışmadığı söylenen bir bilgisayardı. Zamanında üzerinde bir çeşit unix çalıştığı rivayet ediliyordu. Şefim Orkun Arıyörük ile batan gemiden ne kurtarılabilir diye birkaç saat uğraştıktan sonra 2 tane SCSI 630 MB’lık Seagate diski çalışır hale getirmiştik. Hatta sonlandırıcı/jumper ayarları yanlış olduğu için diskin birinin aslında hiç kullanıl(a)mamış olabileceğine dair fikirler oluştu kafamızda. Kaç senelik alet olmasına karşın o zaman için bile küçük olmayan disklerdi. Disklerin her biri standart bir sabit diskin 4-5 katı büyüklüğünde olduğundan standart bir kasanın içine sığdıramadık. Sehpanın üç parçasından birini ayırıp diskleri içine yerleştirdik. Böylece kendi güç kaynağına sahip harici bir disk ünitesi haline geldiler.

Kullanılmayan bilgisayarlardan oluşan bir depoya dalıp diski olmayan bir tane 486 DX2-66 topladık. 30 pinlik 4’er MB’lık bellekleri ile benzerleri arasında kalburun üstünde tepiniyordu. Adaptec bir scsi kartı, 3com 509b bir ethernet kartı ve uyduruk bir ekran kartı ile ekibi tamamladık. Harici disk ünitemizi fişe takıp harici scsi-1 kablosu ile bağladık ve voila…

Linux 2.0.30 çekirdekli bir Slackware 3.3’ü az olmayan sayıda denemeden sonra kurmayı başarmıştım. Şefim wget‘in inceliklerinde uzmanlaşırken, ben de envai çeşit servisi onun üzerinde öğrendim.

İlk göz ağrım sadece 1 sene kadar yaşadı. Kurumun bilgi işlem altyapısında kullanılması için alternatif işletim sistemleri ar-ge’sinin bir sonucuydu. Yönetim değişti. Windows NT sistemleri (beklendiği gibi) tamamen çöktüğünde, tüm ar-ge bilgi birikimini bir kenara atarak sunucu yönetimini dışarı ihale ettiler. O da geldiği depoya geri döndü. Belki de ters evrim geçirerek sehpalaştı.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Duygusuz kutlamalar

02 Ocak 2006 Pazartesi, 11:48

Teknoloji gelişti, mertlik bozuldu. Eskiden kutlanacak özel günler için kart beğenirdik. Şimdi ise e-posta ve kısa mesaj (sms) bunun yerini almış durumda. Bozulan mertlik, e-posta ve kısa mesajın “kitlesel” iş yapmaya olanak sağlaması. Aynı mesajı alıp yüzlerce kişiye yollayabiliyorsunuz. E-postaların bir listesi, telefonların bir listesi yeterli. Kim olduğuna bakmanıza bile gerek yok. Bu sayede NKA bana yeni yıl tebriği yollamayacak birçok insandan şablon yılbaşı kutlaması aldım. Bir silsile de bir hafta sonra geliyor.

Sevmiyorum hatta şablon tebrik aldıracak kadar yapmacıklaşan bu davranış midemi hareketlendiriyor. Gönderen kişi yeni yıl dileklerini oturup beni düşünerek yollamıyor ki. Herkese yolladığının bir kopyasını yolluyor. Bir tık, belki de daha az yoruluyor. Onun için bir e-posta adresi, bir telefon numarasından ibaret oluyorum. Böyle bir gereklilik, görev hissettiğinden dolayı yapıyor. Gerçekten kutlamak istiyorsa, lütfedip bana özel iki-üç kelime çizittirmesini bekliyorum.

İşin aslı, kendime yağan kutlama mesajlarına bu kadar takmış bir insan olarak, kutlama beklediğim de yok insanlardan. Hiç almasam gücenecek değilim, kutlamış olmak için tebrik göndermeleri bana koyuyor.

Problem teknolojide mi? Elbette değil. Onu daha monoton yaşamak için kullanan insanlarda.

Deep Gnome : Bir araba dolusu söz ettikten sonra, yüzyüze / telefonla görüştüklerim dışında bana tek gerçek elektronik tebriği gönderen Emre Sururi Taşcı‘ya bir selam edemeden geçemeyeceğim.

Memat | 2 Yorum »
 

Portakal Ağacı yine yeniden

30 Aralık 2005 Cuma, 14:40

Portakal Ağacı düzenli takip ettiğim nadir günlüklerden. Günlük mutfak maceralarını harika fotoğraflarla süslüyor. 2005 yılını uğurlamak için yerleştirdiği fotoğraf ise bir kere daha beni benden aldı.

Yimmek | 4 Yorum »
 

Kitaro bir zamanlar Amerika’dayken

30 Aralık 2005 Cuma, 00:37

Ne keyifli bir müziktir… Sanki böyle akar gider, o kadar doğal gelir ki. Kitaro da doğadan ilham aldığını ve kendisinin sadece bir ulak olduğunu söylüyor. Kulağa klişe gelen bu sözü müziği inandırıcı kılıyor.

Kitaro’nun 1990’da çıktığı Amerika turnesinden hazırlanankonser albümü tüm odayı huzur ve keyif ile — doğa ile — ona duyduğumuz öslemle ile dolduruyor.

Musiki | 5 Yorum »
 

Ben de milli oldum

29 Aralık 2005 Perşembe, 04:39

İsmail Njam‘i paketlememi isteyince, onu kıracağıma şeytanın bacağını kırayım dedim ve giriştim. Hayatında Checkinstall aracı dışında hiçbir şekilde paket yapmamış biri için büyük yenilik oldu. Tabii Pardus deposunda SDL sülalesinin sadece ana paketi olduğunu hatırlayınca birkaç paket piyango çıktı.

İlk paketi az önce yapıp Pardus deposuna yolladım. Bıkmadan uğraşan Erdinç ve Çağlar sağolsun. Tabii svn’de yardımcı olan Ekin’i de unutmayak.

==========
Author: dfisek
Date: Thu Dec 29 04:20:47 2005
New Revision: 3772

Added:
pardus-devel/applications/multimedia/sdl-image/
pardus-devel/applications/multimedia/sdl-image/actions.py
pardus-devel/applications/multimedia/sdl-image/pspec.xml
Log:
SDL cocuklarini ozler
==========

Üç kere daha düzeltme yapmam gerekti arkadan, kahpe felek :-)

Gezegen | 2 Yorum »
 

Nam nam nam çokonam

28 Aralık 2005 Çarşamba, 20:02

Pac-man sever miydiniz? Ben oynamaktan çok keyif alırdım. O yüzden Njam‘i bulduğumda pek sevinmiştim. Pac-man teknolojisini dibine kadar kanırtmışlar. Ağ üzerinden birden fazla kişi de oynanabiliyor. Karşı karşıya kapışabileceğiniz gibi, beraber hayaletlere karşı da oynayabiliyorsunuz.

Geçen gün yeni sürümü çıktı, 200 tane daha yeni level eklenmiş. Suyundan da koy :-). Keşke biri de Pathological için yeni level’lar yazsa…

Njam Sırpça afiyet olsun demekmiş bu arada, Pac-man’e uygun hoş bir isim :-)

Gezegen | 1 Yorum »