Öyle bir seyir defteri…

Internetten market alışverişi

15 Ocak 2006 Pazar, 04:33

Yıl sonu fiş çilesi etkinlikleri kapsamında internetten sipariş verdiğimiz Gima alışverişlerinden birinin fişteki tarihini okuyamayınca www.gima.com.tr ‘ye yelken açtık. Eski siparişlerim bölümünün hala bilgileri tutup tutmadığını merak ederken şaşkınlıkla yaptığımız -tüm- alışverişlerin en ince detayına kadar orada olduğunu farkettik.

Hangi üründen kaç tane sipariş olunmuş, kaç tane — ne zaman teslim edilmiş, varsa alternatif ürün ne getirilmiş, vs vs. Ne demişler, alet işler el övünür :-).

Bilgileri tutmak yetmiyor aslında. Adam gibi işlemek, işlenen bilgileri kullanmak da lazım. Gima bunu da başarmıştı. Bir ara tepemin atması (nedenini hatırlamıyorum) sonucunda alışveriş yapmayı bırakmıştım. Bir süre sonra müşteri hizmetleri beni telefonla arayarak “düzenli alışveriş yaparken bir süredir yapmadığınızı farkettik, özel bir nedeni mi var?” sorusunu yöneltebilmiş ve durumu kurtarabilmişti.

İlki 10 Ağustos 2001’de olmak üzere bugüne kadar toplam 129 kere (internetten) sipariş vermişiz. Bıy bıy bıy.

Genel, Yimmek | 1 Yorum »
 

Onur Kebap ziyafeti

15 Ocak 2006 Pazar, 03:27

Halil İbrahim kadar olmasın, Onur Kebap da konuşturdu sağolsun.

Mercimek çorbası, çiğ köfte, içli köfte, tulum peynir, dolma, gavurdağı salatası, iskender, künefe derken nası yediysem artık… 7-8 saat oldu kalkalı, hala acıkmaya daha teğet bile geçemedim.

Yimmek | Yorum Yok »
 

Öz Libnet ve Hakiki Libnet

13 Ocak 2006 Cuma, 16:43

Aarrgh. Knowlan kurarken yine libnet tongasına düştüm.

İnsan aynı isimde iki tane kütüphane yapar mı? Genel bir ağ kütüphanesi olan Libnet ve ağ paketi yapma kütüphanesi olan Libnet.

Web sayfasına bağlanmak için kafadan proje.sourceforge.net yazdım. Tabii ki Murphy Kanunu gereği ihtiyacım olan diğeri idi ve ben bunun farkına varamayacak kadar otomatik pilota almıştım kendimi.

Gezegen | Yorum Yok »
 

King Kong

13 Ocak 2006 Cuma, 06:39

Küçükken TRT zamanının King Kong filmleri defalarca göstermesine rağmen aklımda bir türlü yer edememiş. Evet bir goril hatırlıyorum, bir de doğanın dışında şehirde bir yerleri yıkma görüntüleri var aklımda — o kadar. Seyrettiğimde mest olduğumu da hatırlamıyorum. “Eh aklımda bile kalmadığına göre ne var bu filmi bu kadar büyütecek” diyen bir (ön)yargıya sahiptim. Fırsat olsa da bir daha bir izleyip bu yargının bir sağlamasını alsam diyordum.

Yüzüklerin Efendisi‘nin kahramanı Peter Jackson‘ın King Kong çektiğini duyunca manen kendimi King Kong’la yüzleşmeye hazırlamıştım. Adam o kadar özel efekt falan da kasacak, birkaç saat verip izlememek ayıp olur — eh izleyeceksem de sinemada izlemek mantıklı olur; zaman ayırıyorsam bari tadı çıksın malum görsel şölen.

Geçen hafta azmettim sinemaya gittim. Başımın göğe erdiğini belirtmeliyim :-). Artık öyküyü öğrendim. Günün birinde sokakta yürürken biri çevirip sorsa anlatabilirim.

Filmin ilk yarım saati dolduğunda yanlış salona girmiş olup olamayacağımı sorgulamaya başladım. King Kong’u görmeyi bırak, daha K’sını duymamıştım. Valla geyiğine söylemiyorum. Hikayeyi de hatırlamıyorum ki emin olayım filmin normal seyrinde devam ettiğine. 45 dakika oldu. Zaman ilerledikçe huzursuzca kıpırdanmaya başladım. İlk saat biterken gitmeye çalıştıkları adada bir canavara dair söylentiler olduğu lafı geçince rahatlayıp arkama yaslandım.

King Kong bir çıkıyor sahneye, “aabi yapmışlar” dedirtiyor. Bu kadar başarılı olabilir. Hareketler, gözler, ifadeler… Bir kral edası var, bu ada benim mekanım diyor. Hafif melankolik de, yılların yara izleri var. Her yönüyle bir “canlı” olduğunu hissediyorsun. Naomi Watts (Campbell diil) ile olan sahneler inanılmaz başarılı.

Filmin bence tek odağı King Kong olmalıydı ve o merkezde ne kadar sürecekse o kadar sürmeliydi. Her film 3 saat olmak zorunda değil ya. Peter Jackson amca ise King Kong filminin belgeselini çekmiş resmen. Her kavramı, her karakteri seyirciyi konudan kopartırcasına ayrıntılı irdelemiş (öyküyü öğrendim derken abartmıyordum). Karakterlerin King Kong öncesi ve sonrası yaşamları gerçekten seyircinin umurunda mı? Hani karakterlerin yaşadıkları King Kong deneyiminin onların hayatı üzerindeki etkilerini görüyor olsak anlayacağım da, öyle bir durum da yok. Adadaki çeşit çeşit canlıları göstereceğim diye filmi bir ara Indiana Jones / Jurassic Park karışımına çevirmesine ne demeli?

King Kong’u Andy Serkis‘in -oynadığını- öğrenince dumur oldum. Yüzüklerin Efendisi’nde de Gollum’u oynamıştı. Bilgisayarla yaratılan bir karakterin “hareketlerini oynayan” yeni bir oyuncu tipi yarattı bence.

Erken Baskı dizisinden tanıdığım Kyle Chandler ise hoş bir sürpriz oldu, çok güzel oturmuş rolüne. Piyanist ile oscar alan Adrian Brody ise bence tek kelimeyle dökülüyor. Çizilen karakterin ona uymamasından mı, karakterin kendisinin iyi çizilememesinden mi bilmiyorum ama bir şekilde kimya oluşmuyor.

Kendi halinde bir filmsever olarak her izlediğim filmin böyle ayrıntılı eleştirisini yapmayı çok sevmem açıkçası. Çok sevdiğim filmleri hatırlamayı tercih ederim. King Kong’u izlediğim 3+ saatte ise fazlaca film üzerine düşünecek vaktim oldu ;-)

Film / TV | 1 Yorum »
 

Biz takıntılı değiliz, sadece onları anlamak istiyoruz!

13 Ocak 2006 Cuma, 01:09

Bağlaç olan ve aynı zamanda çekim eki olabilen “de”, “ki” ve “mi”. Bağlaç olacakları yerde çekim eki olarak kullanıldıkları bir yazıyı okurken tüm dengem bozuluyor. Durup, geri dönüp, “ne demek istiyor? ha, burada yanlış kullanmış, aslında böyle demek istemiş” demek durumunda kalıyorum. Sanki düz bir yolda yürürken bir anda tökezlemek gibi.

Bunlara rastladıkça sinir olurken kendimi bazen asilzade (kötü anlamda) ya da titizlik hastası anneler gibi hissediyordum. Başlıktaki cümle böyle olmadığımı hatırlattı, duygularıma tercüman oldu. www.dahianlamindakideayriyazilir.com web sitesinden alınma.

Gezegen, Memat | 1 Yorum »
 

Kablosuz ağ çıktı, mertlik bozuldu

13 Ocak 2006 Cuma, 00:14

Eskiden ne güzel çekirdek ayar dosyamı yeni çekirdeğe atar, çekirdeği çitler, direk kullanırdım. Her bişi çekirdeğin içinde olurdu. 2.6.15-ck1’e geçtim, ilk açılışta kablosuz ağ firmware’ini yükleyemediğinden çalışmadı. Çekirdekler arası modülün kullandığı firmware de değişmiş, bir de onun yenisini çekip yerleştirdim.

Gezegen | Yorum Yok »
 

Nihayet Psi 0.10

12 Ocak 2006 Perşembe, 20:56

Cebir ağına bağlanmak için kullandığım Psi‘nin yeni sürümünün çıkması eski simge setlerinin çıkarılması falan derken yılan hikayesine dönmüştü. Ben de pek sabırsızlanıyordum. Özel olarak beklediğim bir düzeltme ya da özellik olduğundan diil, tamamen giiklik damarım tuttuğundan.

Yeni çıktı, affetmedim hemen kurdum tabii. Bağlı kişilerin tamamını gösterecek biçimde Psi penceresinin boyutunun otomatik değişmesi, yazı yazılan pencerenin boyutunun yazdıkça yine otomatik değişmesi, bir pencerede sekmeler halinde sohbet edebilme gibi direk günlük hayatımda kullanmaya başladığım cici özellikleri var. Kişi listesi ve sohbet pencerelerinin transparan olmasına sulanacaktım ki, QT4 gerektirdiğini farkedip biraz daha beklemeye aldım.

Gezegen | 5 Yorum »
 

Siz uyurken

12 Ocak 2006 Perşembe, 04:57

Saat sabahın 4:30’u. Çoğu insanın hayatında sadece çok anormal durumlarda uyanık olup gördüğü bir saat. Oysa hayat devam ediyor. Psi‘me bakınca kendimin dışında Didem‘i, Çağlar‘ı, Onur‘u, Erdinç‘i, Gürer‘i, Enver‘i aktif-dinamik-heyecanlı görüyorum. Bana son derece olağan bir akşam :-) gibi geliyor.

Hayatlarını fazlaca rutine bindirmiş ve genelgeçer kurallara göre yaşayan insanlar mı acayip? Yoksa ben ve dibimdeki insanlar mı?

Gezegen | 5 Yorum »
 

Çeviri harikası : “Komedi yazmak”

12 Ocak 2006 Perşembe, 02:41

Şu anda televizyonda altyazılı izlediğim dizide “write comics” sözünü “komedi yazmak” olarak çevirdiklerini acı içinde farkettim. Çizgi roman o, komedi değiiil. Böhü.

Film / TV | Yorum Yok »
 

Sacramento Cennetinde Sorun

11 Ocak 2006 Çarşamba, 07:10

99-00 playoff’larının ilk turunda Lakers’ın canına okudukları ve ucu ucuna elendiklerinden beri ilgi ile izliyorum Sacramento Kings‘i. Üzerine Hidayet Türkoğlu‘nu takıma kattıklarında ilgim giderek artmaya başlamıştı.

En sevdiğim yönleri ise bol pas ve akıl dolu oyun tarzları. Genelde bireysel becerileri ön plana çıkan NBA takımları arasında parıldıyorlar. Tek bir oyuncuya yüklenmek yerine, yükü 5 oyuncuya da dağıtıyorlar. Uzunlar asist üzerine asist yaparken, kısalar da bol ribaunt topluyor. Bunların maç içindeki kombinasyonlarını seyretmek ise büyük keyif veriyor.

Genelde takımlar iyi bir takım yakalar, çıkışa geçer, sonra düşüşe geçer, o oyuncuların emekli olması ile de dibe vurur. Oysa 99-00 sezonundan beri takımı sürekli iyi yönde yeniliyorlar. Düşüşe geçen oyuncuları da takımdan göndermekte gecikmiyorlar. 6 sezon sonunda ilk 5 baştan aşağı yenilendi ve galibiyet yüzdeleri %50’nin altına hiç inmedi. Böyle istikrarlı takıma seyirci de geliyor tabii, n maç üstüste salon tamamen dolu oynuyorlar.

Geçen sezon ortasında takımın yıldızı olarak pompalanan Chris Webber‘ı gönderdiklerinde şıkıdım şıkıdım oynamıştım resmen. Sürekli mücadeleden kaçan, kolay sakatlanan, “yumuşak” yapısı Sacramento’nun şampiyonluğa çok yaklaştığı dönemlerde onları yakmıştı bence. Bu sene yerine monte etmeye çalıştıkları Shareef Abdur-rahim‘i gördükçe, şampiyonluk kovaladıkları yıllarda Webber’ın yerine o olsaydı ne kadar farklı olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Belki maçın gidişatını değiştirebilecek bir oyuncu değil ama Kings’in ihtiyaç duyduğu sürekliliği ve bir 4 numaradan beklenenleri sağlıyor.

Vlade Divac‘ın yerine başarıyla oturan Brad Miller favori pivotlarımdan. İnsanın pivot olup takımında asist lideri olabilmesi için ne olması gerektiğini sanırım hepimiz biliyoruz. İçeriyi zorlamaktan kaçınmıyor, dış şutu var, savunması da hatrı sayılır. Mike İbibik‘te bir point gard’dan aranan hemen her nitelikten var: İçeri dalarak savunmayı yarıyor, pas dağıtıyor, şutu güçlü, zor anlarda eli titremiyor. Stojakovic kendi şutunu yaratamasa da, yaratılan şutu çok nadir kaçırıyor, ligin belki de en iyi saf şutörü. Geriye ilk beşte bir tek skorer gard kalıyor. Doug Christie‘nin yerinde önce Cuttino Mobley, şimdi de Bonzi Wells oynuyor. İlk beşte zayıf olabilecekleri tek nokta o pozisyon, onda da gene kalburun epey üstü bir oyuncuları var.

Yedek sırasına baktığımızda ise geçen yıllara göre epey zayıflamış durumda. Bobby Jackson (1-2) ve Hidayet Türkoğlu (2-3) yoklar. Yerlerine gelenler ise birkaç gömlek aşağı oyuncular. Pota altı için Kenny Thomas ve Brian Skinner gibi iyi alternatifler olmasına karşın ön alan çaylak ya da kalbur altı oyunculara kalmış durumda.

Takım bu sezon normalde yedek sırasından alması gereken desteğin yarısını alamazken bir de sakatlık dertlerinden bir türlü kurtulamadığından yedek sırasına daha da çok gereksinim duyuyor ve çuvallamaya başlıyor. Şu anda %40’lık galibiyet yüzdesiyle Pasifik Grubu’nun dibindeler. Stojakovic sakatlıktan daha tam kurtulamadan yeniden tekrar sakatlandı. Yanına geçen haftalarda Bonzi Wells ve Shareef Abdur-rahim de eklendi. İzlediğim kadarıyla çaylaklar tahminlerin üstünde performans da gösteriyorlar ama bir yere kadar.

Gerek sakatların iyileşmesi, gerekse takımın kendine gelmesi için biraz zaman gerekecek. Kendilerini playoff’lara kadar toparlamış olacaklarını düşünüyorum ama bütün problem playoff’lara kadar gelebilecekler mi? Dişli bir Batı Konferansı‘nda ilk 8’e girecek kadar galibiyet yüzdelerini toparlayabilecekler mi?

Sacramento, titre ve kendine gel yav. Hak etmiyorsun olduğun yeri.

Basketbol | Yorum Yok »