Öyle bir seyir defteri…

Gölhisar’da Özlediğim Türde Bir Seminer Günü

18 Kasım 2011 Cuma, 15:53

Linux Kullanıcıları Derneği‘nin Türkiye’nin dört bir yanında düzenlediği seminerlerde konuşmak beni gerçekten mutlu ediyor.

Türkiye’nin birçok yerini görüyorum, yerel kültürlerini (zaman elverdiğince) tanıyorum, birçok insanla tanışıyorum, onlarla bilgi ve deneyimlerimi paylaşırken her zaman ama her zaman ben de onların sordukları ve paylaştıkları ile kendimi geliştiriyorum.

Ankara-İstanbul-İzmir’de konuşma yapmaktan o kadar keyif almıyorum açıkçası. İnsanların çoğunda, ellerinin altında yeterince olanak olmasından kaynaklı bir doymuşluk ve istek körelmesi oluyor. 20-30 dakika uzaklıktaki yere gitmeye üşenip, “nasıl olsa tekrar anlatılır” diye düşünebiliyorlar.

İşte bunlardan dolayı, daha önce hiç gitmediğim Gölhisar‘dan Ekim sonu için seminer isteği geldiğinde üzerine balinalama atladım.

Aslında Gölhisar’dan ilk olarak Nisan ayında, İnternet Haftası sırasında LKD ile bağlantıya geçmişlerdi. Ancak o sırada, tüm üniversiteler aynı anda etkinlik yaptıklarından ve konuşmacıların çoğu yoğun olduğundan isteklerine yanıt verilememişti. Yılmayıp, sonbahar için tekrar gelip, etkinlik düzenlemek istemeleri de beni çok heveslendirdi. Bu kadar istekli olan organizasyonu da iyi yapar diye düşündüm.

Gölhisar yer olarak birçok merkezin ortasında. Burdur’a, Denizli’ye, Fethiye’ye, Antalya’ya 100 km civarlarında bir uzaklıkta. Birçok merkeze makul bir uzaklıkta olmak bir avantajken, Türkiye’nin herhangi bir noktasından da “hızlıca” ulaşımı engelliyor. Bu merkezlerden birine vardıktan sonra, minibüslerin çeşitli noktalardan yolcu alarak ve durarak gittiğini, yolların da otoban olmadığını düşünürsek aşağı yukarı 2 saatlik bir yolculuk daha sizi bekliyor.

Ankara’dan gelirken, önce gece 6 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Burdur’un merkezine vardım. Burdur’u tercih etmemin nedeni, oradan Gölhisar’a olan araçların daha erken saatte başlaması ve benim de seminere zamanında yetişmemi sağlayacak olmasıydı. Otogarda bir saatlik bir beklemenin ardında, sabah 7’de Gölhisar aracıyla hareket ettim.

İlk sürpriz beni orada bekliyordu, minibüsün yarısından fazlası öğrenci doluydu. Aralarından biri organizasyonu yapmış, çeşitli noktalardan binenleri koordine edip, ellerine önceden alınmış biletlerini veriyordu. Birine “ben Gölhisar’da üniversitede ineceğim, yol üstündeymiş, gelince haber verir misiniz” dedim. Aradan biraz zaman geçince öğrenci bana dönüp, “seminer için mi” dedi ve köprüyü geçip konuşmacılardan biri olduğumu farketti. Meğer bu insanlar Burdur’daki merkez kampüsteki bilgisayar öğretmenliği öğrencileriymiş. Üniversite onlara otobüs ayarlayamamış (otobüsler başka bir etkinlikte kullanıldığından), yoksa 60 kadar kişi geleceklermiş, cebinden yol parasını verebilenler minibüsle geliyorlarmış. Öğrencilerin, sabahın 7’sinde, kendi istekleriyle, ceplerinden de para vererek 2 saatlik bir yolu göze alarak şehir merkezinden (çoğunun daha önce görmedikleri) bir ilçeye gitmeyi göze almaları çok hoşuma gitti.

Oraya vardığımda, Burdur’dan gelenlerin ve meslek yüksek okulunun öğrencilerinin yanı sıra civar köylerden gelenlerin de olduğunu öğrendim. Hatta Burdur genelinde MEB’nın formatör öğretmenleri (öğretmenlerin öğretmenleri) de salondaydılar.

Tüm günün dinleyicilerin yoğun ilgisi ile nasıl geçtiğini anlamadım bile. Etkinlikte çekilen 190 fotoğraf belki daha iyi anlatabilir.

Daha önce sadece e-postalar üzerinden haberleştiğimiz, etkinlikteki diğer konuşmacılardan Yusuf Kürekçi ile de ilk kez yüzyüze tanışma fırsatı buldum.

Gölhisar, tam olarak da hayalini kurduğum (ama bu kadarını ummadığım), insanların öğrenmek için istekli ve hevesli olduğu bir yer olarak karşıma çıktı. 2000’lerin başında ilk gezici seminerlere gitmeye başladığımızda sıkça karşılaştığımız, artık seyrelen güzel insanları hatırlattı bana.

Elbette sadece seminmedik. Bir sac kavurma yedim ki, oraya her giden et sevenin mutlaka yemesi gereken bir yiyecek. Eti yaprak gibi ince kesiyorlar, kızgın yağa bir kez anlık olarak daldırıp çıkarıp (pişmesini sağlıyor) daha sonra da servis yapıyorlar. İsteğe bağlı olarak sebzelerle beraber kavrulması mümkün ama etin yağına bandıra bandıra salt et yemek ayrı bir güzel. Sebzelisi doğrudan yemek olarak yenilebilir. İlk gün gözüm dönmüş biçimde yerken fotoğrafını çekmeyi akledemedim, ikinci gün gittiğimde ise yoktu (sadece fotoğrafını çekebilmek için yiyecektik, yanlış anlaşma olmasın) — dün yediğimiz hayvanın geri kalan kısımlarını satıyorlardı. Başka yerinden yaparsak bu kadar yumuşak ve lezzetli olmaz dediler.

O enfes sac kavurmanın yanı sıra, “Burdur Şiş” ile tanıştım. Adana Kebap benzeri bir “şiş” aslında. Daha küçük, daha ince bir şişe geçirerek hazırlıyor olmalılar. Hiç baharatı yok. Etin tadını alabilmek açısından güzel ama o sac kavurma kadar özellikli değil.

Seminerin ertesi günü, araç saatini beklerken yemeğin üzerine biraz çevreyi de dolaştık, biraz şehirden uzaklaşıp tepelere doğru yöneldik. Oradan ilçeye adını veren “göl”ü de gördük, Vikipedi’nin verdiği bilgiye göre o gölün ortasındaki adaya yapılan kaleden (hisar) alıyormuş ilçe ismini.

Tek bir sözle özetlemek gerekirse: “Güzeldi Gölhisar” :)

Gezegen | 3 Yorum »
 

Bir dosyanın ilk n satırını silmek

16 Kasım 2011 Çarşamba, 01:10

Eldeki çok sayıda dosyanın, ilk 6 satırındaki ifadeleri silmem gerekti. Bunu elle yapmak, dosya sayısı çok olunca pek mümkün değil tabii.

Tek bir dosya için şöyle bir basit betik işimi gördü:


count=`wc -l $1|cut -f1 -d" "`
more +7 $1 | head -$(( count )) > $1.kesik
mv -f $1.kesik $1

Daha sonra bunu aradan seçtiğim dosyalara uygulamak için de find kullandım:


find . -name '*.txt' -exec /root/betik.sh {} \;

Tertemiz oldu, bal dök… :)

Gezegen | 2 Yorum »
 

Psi ile Jabber’da Mesaj Tipi Seçimi

26 Ekim 2011 Çarşamba, 15:03

Jabber’da haberleşirken iki tür mesaj gönderim biçimi bulunuyor. Biri “message” diğeri “chat” diye geçiyor. Biri bir seferlik bildirim, diğeri karşılıklı sohbet için kullanılıyor.

“Message” olarak gönderdiğinizde, ICQ zamanlarında olduğu gibi, her bir mesaj ayrı bir pencerede karşınıza çıkarken; “chat” olarak gönderdikleriniz IRC tipi bir sohbet penceresinde açılıyor.

Anında mesajlaşma servislerinin evrimi sonucunda artık sohbet penceresi kullanımı yaygınlaşmış durumda. O nedenle genelde artık tüm jabber istemcileri de öntanımlı olarak “chat” olarak mesajları gönderiyorlar.

Jabber yazışmalarında karşı taraf ne gönderirse göndersin, siz yazışmalarınızı “message” tipi ya da “chat” tipi okumak istiyorsanız, bununla ilgili istemcilerde bir ayar bulmanız da olası. Örneğin Psi istemcisinde,


Options -> Advanced -> Options -> Messages -> Force-incoming-message-type -> Message

yolunu izleyerek bu ayarı yapabilirsiniz. Elbette kişisel tercihinize göre bu ayarı “Message” yerine “Chat” de yapabilirsiniz.

Gezegen | 1 Yorum »
 

Tar dosyalarının sağlamlığının kontrol edilmesi

19 Ekim 2011 Çarşamba, 01:53

Bir dizüstünün disk bölümlerini formatlayarak ext3 -> ext4’e geçirmek için, içindeki bilgileri ağ üzerindeki başka bir bilgisayara attım. Yer olmadığı için sshfs üzerinden bağladığım yere doğrudan tarladım.

Buraya kadar her şey güzel ama dizüstünü formatlamadan önce tar’ın sağlam biçimde ağ üzerinden gittiğine emin olmam gerekiyordu (insan paranoyak olmasın). Yer kısıtından dolayı tar’ı önce yerelde oluşturup, sonra karşıya yollamadığımdan bütünlük kontrolü (MD5, vb) yapmam mümkün değildi. Aynı dert tar’ı yedeklediğim bilgisayarda da geçerli, tar’ı tamamen açacak yerim yoktu ve tar’ın da bir “test” parametresi bulunmuyor.

Neyse ki Linux kullanıyoruz ve /dev/null diye bir aygıtımız var. tar komutunun çıktısını ona yönlendirdim:

tar -xOf hede.tar > /dev/null

Böylece tar’ın sorunsuz açıldığını test ettim ve bunun için hiç disk yerine de ihtiyaç duymadım.

Gezegen | 1 Yorum »
 

Yeni bir başlangıç: Özgür Yazılım A.Ş.

09 Ekim 2011 Pazar, 17:01

Her şey ilkbahar aylarında başladı. Hakan ve Erek’le giderek daha fazla projede beraber çalışmalar yürüttük. Çalışanlarımız yer yer birbirimizin işlerinde görev almaya başladı.

Sonunda parlak bir fikir ortaya attık: “Ortak bir özgür yazılım eğitim firması kursak ya”. Üçümüzün de eğitimlerini vermek istediği çeşitli alanlar vardı, bunların hepsi birleştirildiğinde geniş bir yelpaze ortaya çıkıyordu. Özgür yazılım alanında eğitim önemli bir açık. Üçümüz de çeşitli göç projelerinde çalıştığımız için, işin dönüp dolaşıp tıkandığı önemli bir noktanın eğitim olduğunun bilincindeydik.

Fikir üretme, kafa yorma, görüş alışverişinde bulunma aşamalarında farklı alanlarda yeni fikirler de ortaya çıktı bir sürü. O projeyi de ortak yapalım, bunu da ortak yapalım derken sonunda “yav biz niye tüm operasyonlarımızı birleştirmiyoruz ki?” dedik.

Elbette seneler boyunca kendi ayrı düzenleri içerisinde çalışmaya alışmış 3 şirketin çalışanlarını ve başta elebaşları olan bizleri “kafasına göre” hareket etmek yerine ortak üreteceğimiz bir kurum kültüründe çalışmaya alıştırmanın hiç kolay olmadığı bir gerçek. Malum, hepimizin ayrı bir yoğurt yiyişi var ve yoğurtlarımızı seviyoruz :)

Bir taraftan dostumuz Banu Önal’ın Lavamedya‘sı bizim için bir kurumsal kimlik çalışması yaptı. Çizilen birbirinden güzel logolardan birini beğenmek gerçekten zordu. Hatta “artan” logolardan birini o kadar beğendik ki, gelecek ürünlerimizden biri için şimdiden rezerve ettik.

Planlar, hesaplar, fikir alışverişleri derken Özgür Yazılım A.Ş.’nin resmen kurulması Ağustos ortasını buldu. Soluksuz bir çalışma başladı, hem de araya giren bayram tatilinin, zaten yorucu olan ilk kurulma koşturusunu çok zorlaştırmasına karşın.

İlk iş, ortak çalışacağımız yaşam alanını oluşturmak oldu. İş takip sistemimiz Redmine birkaç gün içinde devredeydi, 1.5 ay gibi kısa bir sürede 777. iş kaydını geride bıraktı. Alan adı, sürüm takip sistemi, e-posta sunucusu, jabber servisi derken mevcut yürüyen projeleri entegre etmeye başladık.

Elbette fiziksel ofisleri de oluşturmamız gerekti. Ankara’da Kızılay’da bir ofis tuttuk. Ofisi oluşturmak yordu bizi ama özellikle telefon/ADSL hatlarının bağlanması sırasında bizi sürüm sürüm süründüren Türk Telekom’dan özel olarak bahsetmesek ayıp olacak. Bir taraftan İstanbul’da da iki ofis Levent’te tek bir ofiste birleşti. Bu daha bir sancılıydı, ofis kapatmak beraberinde bir sürü resmi işlemi de getiriyor.

Sanırım en zoru, bir taraftan müşterileri ayazda bırakmadan çalışmaları yürütürken, bir taraftan da şirketi oluşturma işlerine koşturmak oldu. Bundan en büyük silleyi de web sitemiz yedi. Terzi kendi söküğünü dikemez misali, koşturudan 1 ay boyunca logomuz ve kısa bir tanıtım yazısı dışında sitede hiçbir bilgi yer almadı. Nihayet birkaç gün önce siteyi açmayı başardık — halihazırda hizmetini verdiğimiz ama içeriğini hazırlama fırsatını bulamadığımız ürünlerimizi sitenin bir sonraki sürümüne bırakarak…

Yeni şirketin benim en keyif aldığım tarafı, birçok güzel insanla daha omuz omuza çalışmak oldu. Hani bir şirket dediğini de içindeki insanlar oluşturuyor sonuçta. Pazartesi işbaşı yapacak Onur’la beraber “10 kişilik dev kadromuz” :) şimdilik tamamlanmış olacak.

Bir taraftan boş durmayıp, bu Cuma-Cumartesi yapılacak olan Özgür Web Teknolojileri Günleri 2011‘in de etkinlik sponsorlarından biri olduk. Üstelik ekipteki herkes konuşmacı olarak çeşitli özgür yazılım teknolojileri konusunda bilgi birikimi ve deneyimlerini paylaşıyor olacak.

Özetle… Bindik bir alamete, gidiyoruz güzel günlere :)

Gezegen | 16 Yorum »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/8

18 Eylül 2011 Pazar, 16:04

Bu sabah 6:05’te çıktığımda elektrikler kesikti, beraberinde sokak lambaları da yanmıyordu (g. Çok güzel bir görüntüydü gerçekten. Dakikalar ilerledikçe ayın ve güneşin ışıklarının etrafı aydınlatmasının yarattığı geçişi net olarak görebildim. Sokak lambalarının gece sokaklarda güvenle yürüyebilmek için gerekli olduğunun farkındayım ama bişiler de kaçırıyoruz onlar yüzünden.

Yaka Köyü tarafını keşfime bu kez de 75 olarak işaretlediğim kurumuş dere yatağından devam etmek niyetindeydim. Kumyeri Mahallesi’ni geçtikten hemen sonra gepegeniş bir dere yatağı idi. Hemencecik bitebilirdi de, şansımı denemem gerekiyordu.

Aparttan çıkmamla dönüş noktama varmam aşağı yukarı 40-45 dakikamı aldı. Yakın yerleri keşfettikçe, çapı büyütmek, asıl başlangıç noktasına varmak için daha fazla zaman harcamak gerekiyor. Mahallenin içinde yürürken ayakkabımla ıslak bişiye bastım. Boka bastım kesin diye kafamı çevirdiğimde bir incir gördüm. Kafamı yukarı kaldırdım elbette ve tadaaa, bir incir ağacı. Yine olgunlaşmış bir inciri alıp mideye indirmeyi ihmal etmedim.

Dere yatağına geldiğimde sola dönerek ilerlemeye başladım (sağa dönmek başka bir zamana). Boyumun üç katı büyüklüğünde bir tepenin yarısı dere tarafından aşındırılmış gibi duruyordu. Şu anda ilkbaharda bile buradan bu düzeyde su geçmesi zor gibi. Ben yürüdüm, yol hafif hafif sol yaparak devam etti, bir sürü ayrılan yol oldu. İlk başlıkta algılamadım, sonra GPS’te tek tek işaretlemeye başladım. Dere yatağı bir süre sonra Cumalı’ya giderken kullandığım karayolunu daha önce 17 olarak işaretlediğim noktada kesti. Buraya varana kadar 152-160 arasında birçok ayrım işaretledim.

Dere yatağının Cumalı yolunu kesmesi çok iyi oldu, o civardaki ayrımları tekrar keşfetmeye geldiğimde bu yolu tercih edebilirim. Palamutbükü’nden Kumyeri’ne çıkan yolun eğimi, Cumalı’dakine çok daha fazla ve yorucu olabiliyor :).

Ben yönümü bozmadan düz devam ettim. Sağa ve sola birçok kullanılan yan yol işaretlemeye (161-176) devam ettim. Bunların önemli bir kısmının başkalarının zeytinlik/bademliklerine girip bir süre sonra sonlandığını tahmin ediyorum. Aralarından birini keşfedecek olsaydım bu herhalde 170 olurdu.

Dere yatağında yürürken bir süre sonra da limanın sonundan verici tepesine giderken kullandığım yola çıktım (tahminim 48 ayrımından). Dere yatağı her yeri dolaşıyor gibi görünüyor :)

8:15 gibi aparta dönmüştüm. Normalde yaptığımdan biraz daha kısa bir yürüyüş oldu ama pek keyifliydi.

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları buradan, yürüyüşümün kaydını buradan GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/7

18 Eylül 2011 Pazar, 14:18

Aslında Cuma günü yürüyüş yapmayacaktım ama saat 6’da uyanınca, dedim boşa harcamamak gerek bunu. Kapıdan 6:25’te fırlayabildim. Denizin üstü kıpkırmızıydı, karanlıkta çıkmamak bir değişiklik oldu…

Yaka Köyü yönüne gider gibi sahilde 148’ten içeri girdim ancak bu kez 59’dan sağa dönmek yerine düz devam ettim. Bir süre sonra yerleşim yerleri bitti, taşlık bir yol ile tepeye doğru tırmanmaya başladım ve çok geçmeden 149 olarak işaretlediğim sola ayrıma geldim.

Düz devam ettiğimde, eğimi artan bir yokuştan yürüyerek 65 olarak işaretlediğim dönüşten ana karayoluna çıktım. Böyle olunca, gerisin geriye dönüp bu kez 149’dan sola döndüm.

Patika tepelerde biraz devam etti, daha sonra buralarda yaygın bulunan, taşlardan bir barikat ile son buldu. Ben de orada mola verip, koyu yukarıdan ve tam karşıdan seyrederek meyva stoklarımı erittim. Orada pantolonumun baldırlarımı da kaplayan paçalarımı da takmalıydım ama her zamanki gibi yapmadım.

Barikatı aştım, bana keçi patikası gibi gözüken bir yoldan tepelere tırmanmaya başladım. Yol gibi gözüken yerlerden yürürken, çalılar yine zaman zaman baldırlarıma çalışmaya başladılar. Aldırış etmeden hevesle tırmanmaya devam ettim. Daha önce Salı günü keşfettiğim yolda bir yerlere çıkacağımı düşünüyordum.

Sonunda çalılar ve kısa ağaçlar iyice sıklaştığında yüksek bir kayaya çıktım, Salı günü geçtiğim yolu ileride görebiliyordum ama bir vadi inip-çıkmam gerekiyordu ve ilerlemek çok zorlaşmıştı. Pes ettim, kenara çektim ve pantolonumun paçalarını giydim (bu gecikme, ilerleyen saatlerde denize girdiğimde bana çiziklerin tuzlu suyla acıması olarak geri dönecekti). Rammstein’ın Reise Reise coşkusunu kulaklarıma verdim.

Kuytu birçok yerde içki şişeleri görüyorudum. Onlar da beni buralardan kolayca çıkan bir patika olduğu konusunda yanıltıyordu. Büyük olasılıkla bitkiler büyümüş ve artık o geçişler kapanmıştı. Ulu rehberimiz Gökhan’ın niye yaz-kış uzun kollu giydiğini bir kez daha anladım, baldırlarıma ulaşamayan bitkiler artık kollarıma çalışmaya başlamıştı. Yer yer yolumu kapatan ağaç kollarının üzerine basarak, yer yer onlara tutunarak tepeden vadiye inmeyi başardım ve nihayet 114 noktasında Salı günü geçtiğim yolu kesmeyi başardım.

Şapkamı taktım ve beni Bodi’nin Yeri’ne götürecek yoldan ilerlemeye başladım. Daha önce merak ettiğim 112 sapağının sağ kolundan gittim, tahmin ettiğim gibi 108’den sağa gidince aynı patika mı diye, değilmiş — en azından benim geldiğim 150 olarak işaretlediğim noktasına kadar. Oradan aşağı bir yol gidiyordu ancak ben bodoslama taş barikatın üstünden atlayıp tekrar aynı yola çıkıp tepeden inmeye başladım.

Dönüş yolunda, daha önce karanlıkta geçerken dikkatimi çekmeyen bir dört yol ağzında (151) durdum. Kuyu benzeri bir yapı yolun ortasında duruyordu. Başka bir güzel durum ise, biraz daha ilerisinde yürürken yerde yine kurumuş incirlere rastlamamdı. Kafayı kaldırdım ve incir ağacında araştırmalar sonunda bir tane olgunlaşmış incir buldum (ve tabii ki koparıp yedim).

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları buradan, yürüyüşümün kaydını buradan GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/6

18 Eylül 2011 Pazar, 12:34

Perşembe sabah 5:52’de atabildim kendimi dışarı. Pazartesi günü gittiğim yolda Kumyeri Mahallesi yakınlarındaki yan yollardan birinden turnayı gözünden vurup kendimi tepelere atabilmekti. Geçen yıl yaptığım yürüyüşlerden tepelere giden, tamamen keşfetmediğim stabilize yollar olduğunu hatırlıyordum.

Önce 134’ü yokladım, azıcık gittikten sonra büyük bir açıklıkla bitiverdi. Diğer yönden aşağı inen bir ufak yol vardı, o da büyük olasılıkla 135 olacaktı. Büyük olasılıkla biri bir bina yapabilmek için alanı düzlemişti.

Bir taraftan GPS’imi açtım. Patikalarda yürüdüğüm noktaları kaydetme niyetindeydim. Arabayla yol haritası çıkarırken her saniye nokta kaydı yaptırıyordum. Fonksiyonlarını kurcalayıp hatırladım ve “Compact” olarak ayarladım.

Bu kez saat 6:18’de 133’ten döndüm. Yukarı doğru yönelen taşlık/toprak yol boyunca birçok dönülebilecek yan yol vardı. Bunları 136-141 arasında işaretledim. Derdim tepeleri bulmak olduğundan, onlara bulaşmadan yukarı eğimli yolda yürümeye devam ettim.

Yükseldikçe güzel manzaralar beni bekliyordu elbette. Bir dönüşte durup denizi ve koyu seyredeyim dedim. Ancak vızıldayan sinekler hemen bacağımın etrafında turlamaya başlayıp “bekleme yapmayalım” dediler.

142’ye vardığımda yukarı doğru devam eden bir sağa dönüşle karşılaştım. Takip ettiğim yönün ilerisine baktığımda ise aşağı doğru bir meyil ve sıklaşan bitkiler gözüme çarptı. Bunun üzerine sağa dönmeyi tercih ettim.

143’e geldiğimde, aslında düz devam edebilecekken köpeğin “buradan geçirtmem arkadaş!” havlamalarına kulak verip, sağa döndüm ve böylece köpeğin koruduğu alanı geçerek büyücek bir açıklığa [144] geldim. Aşağıdan gelen ve yukarıya giden bir yol vardı. Ben elbette yukarıya çıkmayı tercih ettim.

Bu tercih, uzunca süre boyunca yapacağım tek tercih oldu. Uzun bir tırmanışın ardından stabilize yol kâh kıvrılarak, kâh inip-çıkarak (çokça çıkarak) uzuunca bir süre gitti, bir tane bile sapak olmadan. Bir ara 420m rakıma kadar çıktım. Etraf daha bir yeşillenmeye başladı. Çevrenin ve koyun görüntüsü giderek güzelleşti. Ancak arada ne yazık ki yine bitki örtüsünün orasında bir çöp alanına (145) rastladım.

Koydan da görülebilen, tepelerdeki yolun bu olduğunu ve Mesudiye/Ovabükü yönüne gittiğimi tahmin ediyorum. Ancak gel zaman git zaman, bir türlü beni deniz kenarına (ve oradaki Palamutbükü-Ovabükü yoluna) indirecek bir patika bulamadım. Öyle bir inişin ardından daha önce işaretlediğim bir noktaya bağlantı yapmayı ve farklı bir yoldan dönmeyi umuyordum.

Biraz daha gittikten sonra önce bir, daha sonra bir sürü arıkovanı kutusu gördüm. Aha dedim, yakınlarda bir yerleşim yeri olabilir referans alabileceğim. Sonunda (7:35’te) 146 olarak işaretlediğim yol ayrımına vardım. Her iki yol da, benim istediğim deniz yönüne değil de, biri doğrudan biri kıvrılarak denizin ters yönüne gidiyordu. Bir taraftan her iki yolu da keşfetmek istesem de, saat geç olmaya başlamıştı, bir de bu işin dönüşü vardı.

Orada mola verdim. Yanımdaki üzümleri yedim, cep telefonumun biten pilini değiştirdim. Benim gibi cep telefonunu hem not almak, hem müzik dinlemek, hem de fotoğraf çekmek için kullanıyorsanız; yanınızda yedek pil taşımanızda yarar var. Tepelerde asıl işlevi olan iletişim kurmaya ihtiyaç duyduğunuzda pilibit olursa telefonunuz, çok ağlarsınız.

Sapmadan patikayı bir 10-15 dakika daha takip ettim, sonunda artık saat 07:56’da, 147 olarak işaretlediğim noktadan geri dönmeye karar verdim. Güneş giderek tepeye çıkıyordu ve yolun nereye gittiğini bilmiyordum (deli gibi merak etsem de). Güneş iyice kızartmadan bir yere varsam da, dönüşü ya öğlen saatlerinde yapmam ya da akşama kadar oralarda beklemem gerekiyordu.

Kös kös dönerken, ben buraların ilerisini nasıl keşfederim diye düşünüp durdum. Daha erken çıkmaya kalksam, hava karanlık olduğu için önümü görmekte zorlanacağım, kafa lambası ya da fenerle de taşlık yolda yürümek hiç keyifli olmuyor. Havanın kapalı olduğu bir gün, tüm günlük bir yürüyüş gibi planlayabilirim belki (yanıma yeterince yiyecek ve su alıp). Gerçi bu kadar güneşli bir Eylül ayında pek öyle bir fırsatım olmayacak gibi gözüküyor.

Tüm yolu dönerken, yürüyüşlerde niye oyunlardaki gibi “Save & Restore” (Kaydet & Yükle) olayı yok diye de düşünmeden edemedim. Yarın sabah erkenden bugün geldiğim noktadan devam edip, yolun geri kalanını görebilsem ne güzel olurdu… Şimdi tekrar oralara gitmek istediğimden “oyuna” yeniden başlamam gerekiyor.

9:04’te tekrar 135’e gelmiştim. Suyum bitmiş, yedek su stoklarını (salatalık) yemeye girimiş bir halde yokuş aşağı inen karayolundan kendimi salıp evin yolunu tuttum.

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları buradan, toprak patikalarda yürüyüşümün kaydını buradan GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/5

18 Eylül 2011 Pazar, 11:43

Salı sabah çıkış saatim 5:58 oldu. Deniz kenarından liman tarafına doğru biraz yürüyüp, Bodi’nin Yeri’nin yanından, “İskandil Apart” tabelasından (105) sağa içeri döndüm.

Artık yürürken sokak lambaları yoktu, neyse ki önümde dolunay vardı yoksa yolu görmekte zorlanacaktım. Yürüyüye yürüye yerleşim yerlerinin sonuna kadar gittim (106) ve artık tepeye doğru tırmanmaya başladım. Etraf da yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı.

Yürürken önce sola, verici tepesi yönünde aşağı inen bir ayrım (107) geçtim; daha sonra sağa doğru bir ayrıma (108) yan gözle bakıp yoluma devam ettim. 109’a geldiğimde artık yol beni bir seçim yapmaya zorladı. Yol biterek sağa ve sola iki tane yola ayrılıyordu.

Ben solu seçtim, yol biraz tırmandıktan sonra inişe geçti, ine ine yine bir sağ-sol ayrımına (110) geldim. Soldan gittiğimde çok kısa bir süre sonra yol teraslanmış tepelerde sonlandı. Dönüp sağdan gittiğimde de ancak biraz ilerleyebildim. Tepeye bir çıkış rotası bakmaktan da 111 noktasında vazgeçtim, gerisin geriye 109’a döndüm.

109’dan bu kez sağa giderken, sağda bir yol ayrımı (112) gördüm. Oradan döner dönmez yol ikiye ayrılıyordu. Oradan girip tekrar sağa girsem 108 ayrımında yan gözle baktığım ayrıma çıkacakmışım gibi geldi (ama denemedim). 112’ye hiç bulaşmadan düz devam ettim. Yolda işaretlediğim ayrımlardan 113 ve 114 minik patikalarken, 115 sola doğru daha geniş bir yol ayrımıydı.

Artık çeşitli yapılar görünmeye başladı, bir kısmı bakımsızlıktan yıkılmış, bir kısmı terkedilmiş hissi veren. Fakat ilerledikçe bunlar yerini aktif kullanılan yerlere bıraktı. 116-119 arası işaretlediğimi ayrımlar köyün derinliklerine giden ara yollar.

Önümde kurumuş incirleri görünce kafamı kaldırdım, bir incir ağacı. Alçak dallardakilerden hemen hiçbiri henüz olmamıştı (güneş görmemekten), bakınırken bir tane irice inciri görüp kopardım ve kopunca çıkan sütünü dudaklarımı değdirmemeye çalışarak afiyetle yedim. Birçok meyva gibi inciri de kabuğuyla yediğim için çok da zor olmadı :)

Accık daha devam ettiğimde ise Pazartesi günü gittiğim ana karayolundaki 73 numaralı ayrıma ve Kumyeri Mahallesi’nin çeşmesine çıktım. Böylece bu “rota”, bildiğim bir yola bağlanarak tamamlanmış oldu.

Buradan nereye gitsem diye bakınırken dümdüz devam edip köyün içlerine dalayım, belki bu yol beni tepelerden farklı bir yere götürür dedim. Deretepedüz giderken 120-128 arasında çeşitli yan yollar işaretledim.

Yolun “sonu” olarak adlandırabileceğim 128 sapağına vardığımda ise ilginç bir sahne bekliyordu. Yolun ilerisinde ortada ölü ve bir kısmı yenmiş bir iri hayvan yatıyordu (eşek, at ya da inek olabilir). Yanında ise sadece iskeleti kalmış, başka bir hayvan vardı. Yolun devamında patika daralıp ağaçlar sıklaşıyor gibiydi. Bir nevi “buradan ileri geçiş yok, geçeni nah böyle yaparız, yiyorsa gir” şeklinde bir sahne söz konusuydu.

Ben tabii ki hemen yukarı doğru çıkan patikaya döndüm ve tırıs tırıs uzaklaştım sahneden. Yükseldikçe uzakları daha net görebilmeye başladım. Elimdeki cep telefonu kamerası ile verici tepesinin birkaç fotoğrafını çektim, fikir vermesi açısından. Yeni dikilmiş, kurdeleler bağlı bir ağaç gördüm. Daha ilerledikçe uçarak ağaçlara takılmış parti bayrakları gördüm — bizim paramızı ortalığı kirletmek için elaleme saçtıran bu seçim düzenine bir kez daha saygılarımı sundum.

129’da işaretelediğim, ezilmiş otlardan oluşan bir yolu saymazsak, çok da uzun olmayan bir yol başka bir dönüş olmadan geçti; inişe geçmeden önce daraldı ve artık çalıların arasından ilerlenmesi gereken bir hale geldi. Ben de çalıların arasından ilerleyeceksem tepeye doğru gideyim dedim. 130-132 arasında işaretlediğim noktalar, herhangi bir dönüşü değil, çalılar arasında geçtiğim yerleri hatırlamak amacıyla kaydettiğim noktaları gösteriyor. Baldırlarıma çalı darbeleri geldikçe, çantamdan şortumu pantolon hale getirecek “paçaları” çıkartıp takmaya üşendiğime çok hayıflandım.

Sonunda baktım olacak gibi değil, güneş de suratıma suratıma vuruyor ve saat ilerliyor, kendimi 129’a atıp orada mola verdim. 129’da yanımda getirdiğim üzümleri yedim (Datça’daki pazardan çeşit çeşit üzüm alınca), baldırlarımı da kapatacak paçalarımı taktım.

Aynı yoldan geri dönerek ölü hayvanlar derneğinden tekrar geçmek çekici gelmiyordu. 129’daki ezilmiş ot yolunu takip ettim, biraz gittikten sonra çalılar sıklaşmaya başladı. Pantolonuma güvenip dalarak aralarına taşlardan oluşan minik barikata vardım. Daha sonra kendimi tepeden aşağı saldım. Düzey düzey oluşmuş taş sıraların en alçak noktasına bulup, bir alt düzeye inerek kısa zamanda önceki sapaklardan 126’dan yürüdüğüm yola çıktım. Artık yolu takip ederek dönebilirdim.

Dönerken alıcı gözüyle baktığımda 124 numaralı ayrım güzel göründü gözüme. Bir daha bu tarafa yolum düşerse onu deneyeceğim. Çeşmeye (73) yaklaşırken yolda bir inekle karşı karşıya geldik. Kendisi benden korkup kaçmaya çalıştı ama yol dar olduğundan kaçacak bir yeri de yoktu. Geçmek için sola kaçtım, o da sola gitti, iyice korkmaya başlamıştı ki ben durdum, o sağa hamle yaptı, ben iyice solda duvara yapışarak geçtim ve rahatladı.

Palamutbükü’ne dönüş sırasında bir gün önceki (Pazartesi) yürüyüşte işaretlemediğim 133-134-135 dönüşlerini de işaretledim. Yolda sıra olarak 63-64 arasına denk geliyorlar.

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »
 

Palamutbükü’nün Tabanvay Keşfi 2011/4

17 Eylül 2011 Cumartesi, 21:47

Pazartesi sabah 6:05’te başladım yürümeye. Bu kez amacım Yaka Köyü tarafına gitmek ve o taraftaki karayolunu yürüyerek, olası ara yolları işaretlemekti.

Sahilden yürürken Ceylan Motel ile Datçam Bal Pazarı arasındaki 148 numaralı sapaktan içeri girdim. İlk sapaktan (59) sağa döndüm. İkinci sapaktan (60) ise sola… (sağa dönseydim Palamutbükü-Ovabükü yoluna çıkıyordum)

Böylece tüm sabah boyunca yürümeyi planladığım karayoluna çıkmış oldum. Yokuş yukarı yürürken önümde dolunay, arkamda ise doğmaya çalışan güneşin ışıklarından oluşan kıpkırmızı bir ufuk vardı. Kumyeri Mahallesi olarak adlandırılan yerleşim yerini geçene kadar 61-74 arası dönüşleri işaretledim. Bazıları tahminime göre tepelere doğru giderken, bazıları köy içi yollardı. Çeşmeden (73) geçerken, aparttan çıkalı 35 dakika olmuştu.

Yoluma devam ettiğimde kurumuş bir dere yatağından (75) geçtim. Dere yatağından içeri dalmamak için kendimi zor tuttum. Cumalı tarafının aksine, tüm yol ayrım cenneti gidiydi. 76 ve 79’da iki yöne de giden patikalar işaretledikten sonra Yaka Köyü’ne vardım. Knidos’a, Datça’ya ve bir toprak patika olarak yukarı doğru giden bir yol ayrımına (80) geldim. Datça yönüne devam ederek ayrım işaretlemeye devam ettim. Not etmeye değer olanlar 81 bir taşlık yol, 88 “Sindi Köyü”ne giden bir ayrımdı.

7:46’da Zeytincik’e vardım. Girişinde (102) durup, 180 derece döndüm — artık dönüş yolculuğuna başlamam gerekiyordu, daha fazla ilerlersem dönüşte güneş beni iyice kızartacaktı asfaltta.

Dönüş sırasında kaçırdığım bazı ayrımları da yakaladım — 96-97 arasına girebilecek 103 dönüşü ve 93-94 arasına girebilecek 104 dönüşü.

Taa Datça’ya kadar yürümek nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim…

* * *

Not: Numaralara uygun bir halde koordinatları GPX biçeminde indirebilirsiniz. GPX okuyan bir uygulamanız yoksa dert etmeyin, herhangi bir metin düzenleyicisi ile açsanız da okunur bir halde.

Gezi | Yorum Yok »