Palamutbükü Notları
30 Haziran 2010 Çarşamba, 07:16 | MematGeçen yıl Eylül’de gittiğimiz Datça’nın Palamutbükü ile ilgili kısa notlar hazırlamıştım ancak “daha fazlasını” yazayım diye bir kenara koymuştum. Aradan aylar geçti, artık üzerine ekleyeceklerim de kafamdan uçup gitti. O zaman ne yazabildiysem, işte buradalar:
- İlk defa apart tatili yaptık, hayat budur işte. Otellerde gına gelen bir sürü sinir kaynağı, üzerine rahatsız ettiğini farketmediğim bir sürü bişinin olmadığı nefis bir tatil oldu.
- Apart ve geniş bir yer (1 oda, 1 salon) olunca evden “vazgeçilmez” eşyalarımızı da taşıdık. Cattle, tost makinası (ekmek ısıtmak için) ve mutfak robotu.
- Güzel bir denizi var. Geniş bir kıyı şeridi, plaj çakıl ama ayağa batan türden değil, dalgalar yumuşacık hale getirmiş onları. Denize girme işlemine bir üst düzeyden başlamayı sağlayan bir iskele yok ama deniz girer girmez derinleşiyor, cam gibi dibi gözüküyor (tam benim istediğim gibi).
- Mevsiminden midir bilmiyorum; bol rüzgarlı, nem derdi yok ya da çok az, sıcaktan baygınlık geçirtmiyor.
- Badem yemeyeni dövüyorlar, ben ki yemeğin içinde kullanımı dışında bademle aram yoktu, tadına baktıklarımın birkaç çeşidini birden beğendim.
- Getirdiğim 3 kitabı bir haftada bitirdim (birine biraz başlamıştım önceden), okuma hızımı hesaplayamamışım. Kalan 3.5 günde sinek avladım. Uykusuz, Penguen, Lemanyak elime ne mizah dergisi geçirdiysem okumaya çalıştım ilkin. Lemanyak zerre keyif vermedi, Uykusuz’un aklımdan kalan güzel tarafı “Tarihte Bugün” bölümü oldu, gene ne varsa Penguen’de var deyip sonunda bir Penguen cildi bulup onu alıp okumaya başladım.
- Palamutbükü’nde herhangi bir bankanın ATM’si yok, kredi kartı geçmeyen de birçok yer var. Yanınıza nakit alarak gelmeyi unutmayın ya da bizim gibi en az bir kere Datça yolunu tutmayı göze alın.
- Eczane de yok… Ama düzenli gidip/gelen minibüslerdeki şoförlerinden rica edip ilaç aldırmak mümkün elbette, illa bizzat Datça’ya gitmeniz gerekmiyor.
- Pazarları kurulan Palamutbükü’nün pazarı çok küçük. Paşa paşa Cumartesi günü kurulan Datça’daki pazara gitmelisiniz. Çeşit çeşit meyvalar, sebzeler; her birini satan onlarca tezgah…
- Pazarda görünce Eylül ayına has meyvalarından hünnap alıp tattım. Ne bayıldım, ne de sevmemezlik ettim. Değişik bi deneyim oldu.
- Kardelen Restaurant yemek yenilesi bir yer. “Parmaklarınızı yersiniz” tadında yaptıkları bişi yok ama taze güzel balık ürünü bulunuyor, güleryüzlü de insanlar. Bir tatil yeri için pahalı da değil. Normalde kızartmasını çok sevmediğim kalamarı çok güzeldi.
- Nostalji Restaurant’da güzel ve çeşitli sulu yemek bulmanız mümkün.
- İsmini hatırlamadığım, tatlı/unlu mamüller yapan ufak bir dükkan var. Değişik kekler, browni, baklava, dondurma, börek ve daha niceleri… 8-9 gün dayandıktan sonra, son iki gün teslim bayrağını çekip keklere yumulduk.
- Arı popülasyonu ciddi biçimde fazla (balı ile ünlü olmak kolay mı). Arılardan çok korkuyorsanız, kaldığınız yerin hemen civarında sabah/akşamları açan beyaz çiçeklerden çok olmamasına dikkat edin; onlara çok bayılıyorlar.
- Kabak çiçeği dolmasııııı… yine nerede bulduysam yedim, yine gözüm doymadı. Taze taze yapıp, aynı gün kargoyla kabak çiçeği dolması gönderen dükkan talep ediyorum.
- Çalan müziklerden Ederlezi, Eti’nin Leziz diye bir ürünü olsa, Cappy’ninkine benzer reklam yapmasını sağlayabilirmiş diye düşündürdü (eeti leeziiiz, eeeti leeziiiz, …).
- Müzik deyince, sanırım uzun zamandır ilk defa bir tatilde kulağım tecavüze uğramadı. Plajda, otelde, yemekte, bir yerlerde mutlaka aynı parçalar (yabancı ya da Türkçe) tekrar tekrar çalınarak kusturulmak suretiyle beynime enjekte edilirdi. Hiç yüksek sesli müzik yok, çalan varsa da sakin ve “güncel olmayan” müzikler. Bir tek uçta bir yerde “her gece canlı müzik” olan bir yer var, o da neyse ki koyun geri kalanından çok uzakta.
- Ayranına bayıldığımız Eker’in beyaz peyniri fena değilmiş. Genelde ambalajlı satılan “marka” beyaz peynirlere çok bayılmadığım düşünülürse, olası yoklukta bakkaldan alınabilecek güzel bir alternatif.
- Buraları Pınar basmış. Tüm bakkallarda, her yerlerde Pınar ürünleri var. Yoklukta, bir kere Pınar’ın homojenize yoğurdunu yemek durumunda kaldım. Böyle bir tatla ilk kez karşılaştım. Yoğurt ne ekşi, ne tatlı, hiçbir tadı yok. Kaçarak uzaklaştım.
- Boydan boya tek bir koy olan Palamutbükü aradaki yerleşilmemiş “boş” (ama plaj olan) alanla pratikte ikiye bölünmüş durumda. Liman tarafı daha çok (tekneleriyle yanaşan) yabancılara yönelikken, bizim de kaldığımız diğer bölüm ise daha çok Türklere yönelik. Yemek dokuları bile değişiyor (Fransızca isimli lokantalar falan). İkisi ilginç biçimde farklı köylere de bağlı.
- Bisikletle geçen birine “aaa… bak Şener Şen” diye dalga geçtik kendi aramızda. Akşam bir lokantanın önünden geçerken sesini duyduk, gerçekten Şener Şen’miş.
- Ovabükü ve Hayıtbükü’ne de sarktık. Sevimli, daha küçük koylar.
- Herhalde çok uzun zamandır ilk defa bir tatilden dönmek istemiyorum, birkaç hafta daha kalsam olmaz mı diye hissettim…
“Palamutbükü Notları” İçin Yapılan 2 Yorum
Emre Sururi 06 Temmuz 2010 Salı günü dedi ki :
Bilbao’ya geldigimde, dominant bayan populasyonu aklima hemen Palamutbuku’nu getirmis idi, acaba hala oyle mi oralar? Butun cay bahceleri, lokantalar, bakkallar ve diger yerler hep bayanlar tarafindan isletiliyordu, erkekler pek azinliktaydi.
Bir de soru: Peki ya deniz borulcesi? Himm?
Hangi kitaplar bir de? Otobuste elinde kitap tasiyan birini gorunce ille de hangi kitap oldugunu anlama meraki hasil oldu bitirilen kitaplardan bahsedince..
Do 06 Temmuz 2010 Salı günü dedi ki :
Gözlerim işletmecilerde cinsiyet ayrımı yapmadı, bilemiyorum :)
Deniz börülcesi yedim evet ama mevsim gereği fazla tuzluydu, o yüzden o kadar tadını çıkaramadım.
Kitaplar bir(kaç) seri unutulmuş diyarlar romanıydı.